İflas etmemden yaklaşık 1 yıl sonrasıydı.
Uzun, acılı ve karanlık bir dönemden çıkmaya çalışıyordum.
Parasızdım, iflasın getirdiği hukuki sorunlar bitmemişti, fazla alkol kullanıyordum ve iflas eden herkesin başına geldiği gibi çevremdeki insan sayısı da azalmıştı.
Ama o kötü günlerin içinde savrulurken bir karar vermiştim: Artık ticaret yapmayacak, eğitmenlik, danışmanlık, yazarlık dünyasında kendime bir yer bulacaktım.
Çalışmadığım o uzun dönem belki de hayatımın en büyük aydınlanmasını sağlamış, kendi becerilerimi, hayat beklentilerimi, fark yaratabileceğim alanları keşfetmeme yardımcı olmuştu.
Okumayı, düşünmeyi, yazmayı, konuşmayı benim kadar seven bir insanın, ticaretin çok saygı duyduğum ama asla sevemediğim savaş meydanlarında mücadele edecek mecali yoktu.
Lakin karar almak başka şey, o kararı uygulayabilmek başka şey.
Benim gibi iflas etmiş bir insandan kim danışmanlık ya da eğitim almak isterdi ki? Hem ayrıca müşterileri nasıl bulacak, onlara nasıl ulaşacaktım? Öyle sarı çizmeli ağa gibi dalınmazdı ki yeni bir sektöre.
İşte tüm bunlar kafamı kurcalarken bir gün bir mucize gerçekleşti.
Bugün geriye baktığımda hayatımın en garip hikayelerinden birisi olduğum bir şey yaşadım.
Ve sonra hayallerim gerçekleşmeye başladı.
Bugün bu mucizeyi ve geriye dönüp düşündüğümde ondan çıkardığım dersleri paylaşmak istiyorum sizinle.
Hikayem biraz fazla “özel”, biraz “uzun” ve birazcık da “mucizevi” olabilir.
Ama belki siz de hikayemden “odaklanmanın gücü” konusunda bir kaç ders çıkarabilirsiniz.
Bir zamanlar çok gündemde olan bir kitap ve film vardı: “The Secret Sır”.
Rhonda Byrne'in yazdığı kitap, evrenin derinden arzuladığımız şeyleri bize vermeye hazır olduğunu söylüyordu kabaca. Hatta yazar buna bir isim bile takmıştı: “Çekim Yasası”.
Byrne diyordu ki “Bir şeyi gerçekten çok istiyorsanız, bu isteğinizde kararlıysanız ve isteğinizi evrene doğru ve istikrarlı bir şekilde ifade etmeyi başarırsanız, evren onu size mutlaka verecektir”.
***
Benim gibi her şeyin arkasında bilimsel gerçekler arayan bir ODTÜ'lünün bu kitaba nasıl yaklaştığını tahmin edebilirsiniz:
Saçmalık.
Bugün de hala sadece istemekle evrenin bize arzuladıklarımızı vereceğine inanmıyorum.
İşin doğrusu, evrenin bizlerin farkında bile olmadığını, kendi kadim kuralları içinde kendi işine baktığını düşünüyorum.
Ama az sonra anlatacağım ve bizzat yaşadığım garip hikaye “Sır” meselesine başka bir gözle bakmamı ve arkasındaki temel düşünceye saygı duymamı sağlamadı dersem de dürüst olmam açıkçası.
***
Yazının giriş bölümünde de söylediğim gibi iflasın üzerinden neredeyse bir yıl geçmişti.
İşin iyi yanı artık ne yapmak istediğim konusunda net bir fikrim vardı: Eğitimcilik.
İşin kötü yanı ise yola nereden ve nasıl çıkacağımı bilmiyordum.
Ama yola nereden çıkacağımı bilmemek o yolculuğa hazırlanmadığım anlamına da gelmiyordu.
Çalışmadığım (arada sıra bir barda barmenlik yapmak dışında) bu dönemde inanılmaz derecede çok kitap okuyordum. Bu kitapların çok büyük bölümü kişisel gelişim ve iş hayatı üzerineydi.
İşin ilginci, bu birbirinden yararlı kitapları okurken öğrendiklerimi kendi işlerime nasıl uygulayacağımdan ziyade, başkalarına nasıl anlatacağımı kurguluyordum kafamda.
Hatta itiraf edeyim, kimsenin dinlemediği sunumlar hazırlıyor ve bunları sanki karşımda bir seyirci kitlesi varmış gibi anlatıyordum.
Bazen de okuduklarımın özetini çıkarıyor, iletişim halinde olduğum yakın arkadaşlarımla paylaşıyordum.
Bir şekilde, eğitimci olacağımdan, Türkiye'nin en iyi üniversitelerinde ders vermeye davet edileceğimden emindim.
Bu dönüşümü “nasıl” yapacağımı bilmiyordum. Ama bir şekilde yapacağımdan emindim.
Bir gün aklımda bu düşüncelerle bir alışveriş merkezinin önündeki tezgahta lezzetli bir sosisli sandviçi mideme indirken rahmetli Profesör Doktor Arman Kırım'la karşılaştım.
***
ODTÜ'de hocam olan Arman Kırım'ı tanıyan okurlarım olduğuna eminim.
Kendisi Türkiye'deki profesyonel eğitim sektörünün kurucusudur desem abartmış olmam.
Sonradan genel müdürü olma şansını elde ettiğim şirketi Fed Training, ülkemiz profesyonellerine kişisel gelişim eğitim veren belki de ilk kuruluştur. Rahmetli Hocam ayrıca çok iyi bir iş ve yemek kitapları yazarıydı.
***
“E madem böyle bir insanı tanıyorsun onu neden daha önce aramadın ki?” dediğinizi duyar gibiyim sevgili okurlarım.
Ama takdir edersiniz ki üniversite hocanızı arayıp “ben iflas ettim bana iş verir misin?” demek pek de kolay yenilir yutulur bir şey değildi o dönemde benim için.
Ayrıca ne yalan söyleyim, nedense aklıma da gelmemişti.
Her neyse.
Arman Hocam her zamanki güçlü ve sert ses tonuyla “Ne yapıyorsun bu aralar?” diye sordu.
Ağzımın kenarlarında sosisli kırıntıları kaldı mı diye endişe ederken “Hiç” dedim, “hiç bir şey yapmıyorum”.
Arman Hoca sanki gözlerimden yaşadıklarımı anlamıştı. Zaten çok zeki insandı rahmetli.
“Neden hiç bir şey yapmıyorsun?” diye sormak yerine “E, o zaman gel benimle çalış” deyiverdi.
Daha beni hangi iş için istediğini sormaya fırsat bile bulamadan da “Ne iş yapacağını kafaya takma, buluruz bir şeyler” diye devam etti ve yürüdü gitti. yetişeceği bir toplantı varmış.
Ertesi gün kendisini ziyaret ettim ve böylece eğitimcilik kariyerim başlamış oldu.
Gerisi kişisel tarihim.
***
Ama anlatmak istediğim mucizenin bu olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz sevgili okurlarım.
Evet, Arman Hoca'yla karşılaşıp, Türkiye'nin en iyi şirketlerinden birisinde eğitimciliğe bu kadar kolay bir şekilde başlamak, benim gibi çaresizlikler içindeki bir işsiz için bir mucizeydi elbette.
Ama aslında bu hikayenin çok daha ilginç bir yönü daha var.
Esas mucize orada saklı.
Lütfen hikayenin gerisini okumaya devam edin. Şaşıracağınıza eminim.
***
Artık Arman Hoca'nın yanında yaklaşık bir yıldır çalışıyordum.
Ofisimizin keyifli bir bahçesi vardı ve işten fırsat bulduğumuz zamanlarda burada Hoca'yla derin muhabbetlere dalıyorduk.
O günkü sohbet geldi gitti sonunda sosisli yerken karşılaştığımız ana dayandı.
Ben o karşılaşmanın hayatımı nasıl değiştirdiğini ve benim için gerçek bir mucize olduğunu anlatırken Arman Hoca sözümü kesti ve “Sana ilginç bir şey söylemek istiyorum” dedi.
Sıkı durun, asıl mucize şimdi geliyor!
Biliyorum inanması zor ama Arman Hoca o karşılaşmadan bir kaç gün önce ajandasına “Bora'yı Bul” diye not almış meğerse.
Evet, aynen böyle.
Meğerse o da beni arıyormuş.
Şirketinin danışmanlık alanındaki büyümesini hızlandırmak isteyen Arman Kırım ODTÜ'den sevdiği öğrencisi Bora'yı hatırlamış o günlerde.
Benim ticarete atılmadan önce Arthur Andersen'de danışmanlık yaptığımı bildiği için de “Acaba Bora ne yapıyordur, bir ulaşsam kendisine” diye düşünmüş.
Sonra da sosisli tezgahının önündeki karşılaşmamızdan sadece bir kaç gün önce ajandasına o notu alıvermiş.
Yıllardır görüşmediği, nerede olduğunu, ne yaptığını bilmediği eski öğrencisini görünce kendisi de oldukça şaşırmış anlayacağınız.
***
Şimdi sizce bu bir mucize değil de ne?
***
Evet evrenin muazzam mucizeleri yanında anlattığım hikaye size çok önemsiz gelmiş olabilir.
Ama kişisel tarihimin akışını değiştiren bu ilginç karşılaşma bana “Sır” kitabını tekrar düşündürmedi dersem yalan olur.
Belki de ilk yargımdaki kadar saçma değildi kitabın anlattıkları.
Belki de haklılık payı vardı yazarın.
Belki de her şeyi saf rasyonelite ile açıklamak mümkün değildi.
***
Hayır, kitaba hak verdiğim konu arzularımızın evren tarafından kendiliğinden karşılanacağı değil asla.
Arman Hoca ile karşılaşmamız hikayesinde anlattıklarımı rasyonel olarak pek açıklayamasam da, bir şekilde bana verilen eğitimci olma şansını çok iyi değerlendirmek için deliler gibi çalıştığımı söyleyebilirim.
Evet, bazen şans yüzümüze gülüyor, bazen tesadüfler olmadık kapılar açabiliyor önümüze.
Ya da evren ilginç cilveler yapabiliyor diyelim.
Ama o açık kapıdan girdikten sonra yapacaklarımız tamamen bize kalmış.
***
Peki evrenin o mucizevi kapılarını bize açması için yapabileceğimiz bir şeyler var mı?
Esas ilginç soru bu değil mi?
Ve evet, sanki var gibi değerli okurlarım.
Sanki diyorum çünkü bilimsel bir açıklama getiremiyorum size.
Ama sanki bir şeyi çok şiddetle arzulamak, ona hazırlanmak, onu her an düşünmek, evrenin güçlerini bizim için harekete geçirmese bile, zihnimizi odaklamamızı ve fırsatları görmemizi, hatta fırsatlara doğru hareket etmemizi sağlıyor.
Rhonda Byrne'in çekim yasası adını verdiği esrarengiz güç doğaüstü bir fenomen değil galiba.
Aslında mesele basit: Beyninizi fırsatları görmeye hazırlarsanız, o onları bulacaktır.
Beyninizi başarısızlığı görmeye hazırlarsanız, onu bulacaksınız. Tam tersine beyninizi arzu ettiğiniz hayata odaklanırsanız bu kez de sizi o hayata taşıyacak şeyleri görmeye başlayacaksınız.
Beyninizin seçici bir odak mekanizması var. Olumlu düşünmek ve arzuladıklarınız konusunda net olmak, seçici odağınızı doğru yönde değiştiriyor.
O gün Arman Hoca ve benim beyinlerimiz birbirimize görmeye odaklanmamış olsaydı da karşılaşırdık muhtemelen.
Ama o karşılaşma anı sırasındaki konuşmaların anlattığım hikayedeki gibi akmayacağına eminim. Odaklandığımız şeyler birbirimizdeki fırsatları görmemizi sağladı diye inanıyorum.
Siz de mucizeler peşindeyseniz anlattıklarıma biraz kafa yorun ve arzularınıza daha derinden sarılın derim.
Ve sanırım hepimizin zaman zaman mucizelere ihtiyacı var.
Ayrıca Bakınız; 20'li Yaşlarda Kendime Vereceğim 8 Öğüt
Comments