“Çocukluğum kaderim olsaydı, bugün karısını döven, çocukları taciz eden alkolik bir herif olurdum. Ben ise annemin sesini dinledim. Karanlığa değil, ışığa doğru yürüdüm.’’ diyen Chris’in hayat hikayesini okuduğunuzda eminim ki birçoğunuz bugüne kadar vazgeçtiğiniz, umudunuzu kaybettiğiniz şeyleri düşünüp ‘’keşke bu kadar kolay pes etmeseydim’’ diyeceksiniz.
Sıkıntılarla dolu bir çocukluk geçiriyor Chris. Babası terk ediyor Onu. Annesi ve alkolik üvey babasıyla birlikte büyüyor. Üvey babası tarafından sürekli dayak yiyor çocukluğunda. Annesi ve üvey babası arasındaki şiddetli anlaşmazlıklar sırasında üvey babasının asılsız iddiaları yüzünden annesinin iki kez tutuklanmasından sonra bakacak kimsesi olmayan Chris, çocuk esirgeme kurumuna alınıyor.
Henüz çocuk yaşta kendi çocuklarını asla bırakmayacağına dair yemin ediyor ve geçirdiği o zor dönemleri şöyle anlatıyor:
“Bir çocuğun çekmemesi gereken acılar çektim. Daha 5 yaşındayken kararımı vermiştim: Çocuklarım babalarının kim olduğunu bilecekler. Daha sonrası zaten biliniyor. Bu başarıya, doğru kararlar vererek ulaştım.”
Zeki olmasına rağmen imkanı olmadığı için okuyamıyor. 1974 yılında medikal cihazlar satmak amacıyla San Francisco’ya gidiyor. Bir gün yürürken kaldırımın kenarına park etmiş kırmızı bir Ferrari’yi gören Chris, içinden inen havalı adamı durdurup soruyor:
–”Beyefendi, izninizle size iki sorum var. Bu arabayı alabilmek için ne iş yapıyorsunuz? Ve bu işi nasıl yapıyorsunuz?’‘
Arabanın sahibi Bob Bridges borsacı olduğunu söylüyor. İkili bir süre sohbet ettikten sonra borsaya ilgi duymaya başlıyor Chris. Sonrasında Bridges, bir şirkette staj yapması için de kolaylık sağlıyor ona.
27 yaşındaki Chris, Stajına devam ederken park cezalarını ödeyemediği için tutuklanıyor. Maddi durumu giderek kötüleşiyor ve ev kirasını ödeyemeyecek hale geliyor. Bunlar yetmezmiş gibi bir de eşi tarafından terk ediliyor.
Küçük oğlu ile beraber sokakta yaşamaya başlıyorlar. Kazandığı cüzi miktardaki para sadece oğlunu kreşe göndermeye yetiyor o dönem. Tren istasyonlarında, parklarda, kiliselerde yatıp aş evlerinde yemek yiyorlar.
‘’Evsizdim ama umutsuz değildim. Güzel günlerin geleceğini biliyordum.’’
İçinde bulunduğu karanlık dönem onu vazgeçirmeye zorlasa da asla umudunu kaybetmiyor ve pes etmiyor Chris. Stajını tamamlayarak aynı yerde tam zamanlı olarak işe başlıyor.
Artık ev kirasını karşılayabilecek miktarlarda para kazanır hale geliyor. Ve 1987 yılında Gardner&Rich adında bir danışmanlık şirketi kuruyor.
2006 yılında hayatını anlattığı “The Pursuit of Happyness” (Umudunu Kaybetme) kitabı Hollywood’un öyle ilgisini çekiyor ki, aynı yıl, aynı isimle filmi çekiliyor. Başrolünde Will Smith’in oynadığı, insanın yüreğine dokunan, gişe rekorları kılan bu filmi izlemeyenimiz yoktur sanıyorum.
Bugün 65 yaşında olan Chris, 60 milyon dolarlık bir servete ve hikayesini dinlemek için can atan milyonlarca kişiye sahip.
Dünyayı gezerek hikayesini paylaşan Gardner, bir yandan evsizler için bağış yaparken, bir yandan da kadına karşı şiddetin bitmesi uğruna çabalıyor.
Başarıyı tırnaklarıyla kazıyarak elde eden Chris’ten bizlere bir mesaj var:
”Hayat bir istiridyedir. Onun içindeki inciyi bulmak sizin görevinizdir.”
Ayrıca bakınız; Haddini Aş Hikayeleri 82: Nazım Salur
Comments