9 aylık oğlum Ege’yi çokça gözlemliyorum bu aralar.
Oyun oynarken, etrafını seyrederken, hoşuna giden bir şeyler yerken ve ben karnını gıdıkladığımda kahkahalara boğulurken…
Onun, kendisini o anda ne yapıyorsa ona tamamen kaptırmasını gözlemliyorum.
O anda başka hiç bir şeyi düşünmeden, işin sonunun nereye varacağını hiç takmadan, hiç bir amacı olmadan, kendisini nasıl büyük bir coşkuyla kaptırdığını, tamamen yaptığı işin içinde aktığını gözlemliyorum.
İşin ilginci büyük girişimlerin, büyük sanat eserlerinin, imrenilecek hayatların ve ölümsüz ilişkilerin özünde de bu var.
İnsanların kendilerini hesapsızca kaptırmaları.
Bugünkü yazım bunla ilgili.
Hesapsızca kendini kaptırmanın gücü ile ilgili. Bakalım siz ne düşüneceksiniz.
Hesapsızca, kitapsızca, sonunu düşünmeden kendini bir şeylere kaptırmak ne zor şey değil mi?
İş için de geçerli bu, aşk için de, yaratıcılık için de…
Her üçünde de kendimizi kayıtsız şartsız teslim edemiyoruz bir türlü.
Hep hesap, hep kitap, hep sonunu görme, hep bize faydasını anlama endişesi.
Mesele iş ise “bu işten para kazanabilir miyim?” diyoruz, o anda yaptığımıza kendimizi tamamen kaptırmak yerine mesela.
“Bu meslekte kariyer yapılır mı?” sorusu kemiriyor beynimizi, tam da her şeyimizle işimize teslim olmamız gerekirken.
“Yöneticilerim beni asla takdir etmiyorlar ki” diye hayıflanıp, yarım yamalak yapıyoruz olağanüstü yapmamız gereken şeyleri.
Yaratıcılıkta da durum farklı değil. Hepimizin aklına zaman zaman yaratıcı fikirler geliyorlar. İşimizle ilgili, sanatsal, hayatımızın akışını nasıl yöneteceğimizle ilgili yaratıcı fikirler.
Ama bir türlü kaptıramıyoruz kendimizi bu fikirleri hayat geçirmeye. İşle ilgili fikrimiz “ya tutmazsa” sorusuna yeniliyor, daha ilk adımı bile atamadan.
Sanatsal fikrimiz “ya kimse beğenmez, benimle alay ederlerse” kuşkusunun altında eziliyor, daha ilk fırçayı vurmadan. Hayatımızın akışının değişmesinden o kadar çok korkuyoruz, aklımıza düşen hayalleri uzaklaştırmaya çalışıyoruz zihnimizden.
Tabii mesele aşk ise, durumlar daha da karışık.
“Bu kadın benimle beraber olmaz ki!” diyoruz mesela müthiş bir kadın için güzel bir şeyler yapmak, onun gözlerinin içini güldürmek varken.
Üstelik bunu yapmanın zaten kendisi yeterince güzelken. Ya da “bu adam evlenilecek adam değil ama” diye hiç yaşamadığımız kadar yoğun bir aşkı yaşatacak ilişkilerden uzak tutuyoruz kendimizi.
Tam da kendimizi her şeyimizle kaptırmamız gerekirken, pek nadir bir fırsat elimize geçmişken. Oysa bir kaptırsak kendimizi çok sevdiğimiz işe, yaratıcı fikre, çok sevdiğimiz kadına, çok sevdiğimiz erkeğe…
Sonunu hesaplamadan, başımıza açılabilecek dertleri kitaplamadan, kendi önceliklerimizi boş vererek…
Sadece teslim olsak…Her şeyimizle…Ve uğruna delice çalışsak, çabalasak, yenilsek ama bezmesek, yeniden denesek…
İşte belki o zaman harika şeyler çıkacak ortaya, daha önce hayalini bile kuramadığımız harikalıkta şeyler.
Harika bir ilişki kuracağız belki, ömrümüzün gerisinde bizleri bulutların üzerinde yaşatacak.
Ya da o kadar olağanüstü şeyler yapacağız ki, işimiz bizi bambaşka ufuklara taşıyacak.
Ya da hayatımızda öyle bir değişikliğe imza atacağız ki, bir daha yüzümüzden gülümsemeler hiç eksik olmayacak.
Ayrıca Bakınız; Gişe Fiyaskosu Bir Film: Esaretinin Bedeli
Bir tane sanat eseri yok ki, sanatçısı kendisini tamamen kaptırmadan büyük nir sanat eserine dönüşmüş olsun sevgili okurlarım.
Bir tane girişim yok ki, girişimcisi hayatının belli bir dilimini tamamen adamadan ortaya çıkmış olsun.
Bir tane özenilesi hayat yok ki, büyük fedakarlıklar ve mücadelelerle adım adım inşa edilmiş olmasın.
Ve bir tane ilişki yok ki eşlerden en az birisi uzunca bir süre zorluklara göğüs germeden ve kendisini tamamen adaman güçlü bir ilişkiye dönüşmüş olsun.
Belki de bunlar olmaz tabii. Kendinizi tamamen verdiğiniz kişi sizi terkeder, gider ya da zaten hiç sevmez. Olabilir yani.
Ya da yıllarca ilmek ilmek ördüğünüz işiniz yeni bir rakibe, bir krize yenilir, iflas edersiniz. Bu da olabilir yani.
Ya da binbir emekle ortaya çıkarttığınız sanat eseriniz fark edilmez bile. Van Gogh’un eserleri farkedilmemiş zamanında, düşünün yani. Bütün bunlar olabilir yani.
Hayat zor çünkü. Ama ne gam?
Kendinizi işinize, aşkınıza tamamen kaptırdığınız o dönemdeki akışı, mutluluğu, derinliği hissetmeye değer yine de. Hem de ne değer! Üstelik belki de sonunda başarılı olacaksınız. O da olabilir, neden olmasın.
Ben diyorum ki teslim olmak lazım bazen.
Hesapsız, kitapsız, sonunu düşünmeden teslim olmak, kendimizi tamamen kaptırmak lazım.Keşke şiir yazabilseydim bu konuda. Ama yazılmışı var zaten.
Gönül, çalamazsan aşkın sazınıne perdeye dokun ne teli inciteğer çekemezsen gülün nazınıne dikene dokun ne gülü incit.
Aşık Hüdai’nin bu ölümsüz mısralarıyla bitiriyorum bu yazıyı.
Çalın aşkın sazını, çekin gülünüzün nazını. Başka ne diyeyim ki?
Comentarios