Tıktık tıktık tıktık…
Kalp atışının gürültüsü Eczacıbaşı Fabrikası’nın sesi içine hapseden kalın duvarlarında yankılanırken terli avuç içleriyle dağılmış saçlarını hızlıca düzeltti. Randevu saatini kaçırmamak için telaş içinde sokaklarda koşarken sırılsıklam olmuş ve tüm çabasına rağmen hayatında ilk kez bir randevuya geç kalmıştı Murat. Bu görüşmenin hayatının bundan sonraki tüm akışını değiştireceğini önceden bilseydi durum değişir miydi, bilmiyoruz.
Sabahın kör saatinde yola düşüp karşısına çıkan herkese fabrikanın yerini sorduğu halde yanlış minibüse binmiş ve son dakika yolunu kaybetmişti. Öyle ya buralara yabancıydı. Ne diline, ne insanına, ne yoluna aşinalığı vardı.. Bundan tam 17 yıl önce ailecek göç ettikleri ABD’den, kısa dönem askerlik yapmak için ana baba toprağına döneli sadece bir kaç gün olmuştu.
Askerliğini bitirip ABD’ye geri dönecek, başarıyla mezun olduğu Illinois Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nün ve daha da önemlisi 2 çocuğuna parlak bir gelecek sunabilmek için 37 yaşından sonra hayata sıfırdan başlamayı göze alarak ABD’ye göç edip binbir zorluğa katlanan ailesinin hakkını vermek için mühendis olarak çalışmaya başlayacaktı. Tabi o günlerde hayatın sen planlar yaparken başına bambaşka çoraplar ördüğünü bilecek yaşta değildi henüz.
Murat Türkiye’ye gelir gelmez kısa dönem askerlik kotasının dolduğunu ve 4 ay sonraki gruba alınacağını öğrenmişti. Bu 4 ayı nasıl geçireceğini kara kara düşünürken, üniversiteden bir arkadaşı annesinin Nejat Eczacıbaşı’nın asistanı olduğunu ve eğer isterse Murat’a basketbol takımında geçici bir iş bulabilmesi için takım koçundan bir randevu ayarlayabileceğini söylemişti.
Bu fikir, kendini bildiği ilk günden beri sporla yatıp kalkan Murat için paha biçilmezdi. Koskoca 4 ay bir amacı olmadan yaşamak ona göre değildi. Eğer işi alırsa hem aşık olduğu bir ortamın havasını koklayacak, hem zamanı boş geçmeyecek, hem de cep harçlığını çıkarabilecekti.
İnsan bazen en özenip titizlendiği yerden gol yer. Bu yaşamın “sen ne kadar çabalasan da bazen senin dışında gelişen olaylar moralini bozabilir, sen yola devam et” deme şeklidir. Ve işte Murat da görüşme saatini kaçırdığı için yoldan geri dönecekken şansını denemeye karar vermiş ve koçun kapısına dayanmıştı.
Kan ter içinde ofise vardığında Aydan Siyavuş antrenmana gitmek üzere odasının kapısını kilitliyordu. Murat’ın ağzından mahçup bir “Merhaba” kelimesi çıktı. “Özür dilerim, geç kaldım.” Aydan Bey ona yüzünü dönmeye bile tenezzül etmeden sordu: “Şu ABD basketbolunu çok iyi bilen Amerikalı çocuk sen misin?”
Soruyu nasıl cevaplayacağını bilemedi. Yarım yamalak Türkçesi ile “Ben Amerika’lı değilim..” diye söze başlayacak oldu. Karşısında Türk basketbolunun bir numaralı koçu, koskoca Eczacıbaşı’nın baş antrenörü Aydan Siyavuş vardı. Evet ABD’deki tüm lise ve üniversite yıllarını basket maçları izleyerek, hem NBA hem de kolej basketbol takımlarını derinlemesine inceleyerek geçirmişti. Murat’ın basketbol tutkusu öylesine büyüktü ki, lisede bir kaç arkadaş kaçıp siyahların mahallelerinde kelle koltukta basket maçı izlemeye giderlerdi. Basketbolu iyi biliyordu da karşısındaki bu heybetli adamın “çok iyi” çıtası ne derece yüksekti acaba?
Murat tam bir şeyler geveleyecekti ki Aydan Bey, ABD kolej basketbolundan bir kaç ismin performanslarını sordu.
Soru beklediği kadar kazık değildi, hatta onun için çocuk oyuncağıydı. Oyuncuların tüm kariyer geçmişlerini sıralamaya başladı. Aydan Siyavuş, koridorda birlikte yürürken bir kaç oyuncu daha sorduktan sonra Murat’ın cevaplarından etkilenmiş olmalı ki onu takımdaki oyuncuların performansını değerlendirmek için antrenmana çağırdı.
Murat bir kaç saat sonra eve dönerken kendini harika hissediyordu. Bugüne bugün o artık Eczacıbaşı Basketbol Kulübü’nün stajyeriydi. İşe bak, yemeden içmeden gece gündüz basket maçı izlemiş olduğu için hobisi üzerinden para mı kazanacaktı şimdi? Kendi kendine "tuhaf bir rastlantı", dedi.
Rastlantı diye düşündüğü olayın perde arkasında, aslında yılların birikimi ve deneyimiyle önemli bir hazırlık dönemi geçirmiş olduğunu düşünemeyecek kadar heyecanlanmıştı. Hayatının bundan sonraki yıllarını bu spora adayarak Türk insanına basketbolu sevdiren en önemli isimlerden biri olacağıysa aklının ucundan geçmemişti.
Ben bu oğlanı doğru düzgün bir kariyeri olsun diye okuttum!
Eczacıbaşı Basket Takımı’nda Aydan Siyavuş’un seçtiği bazı oyuncularla yakın ilişkiler kuruyor, onlara NBA basketbolcularından örnekler verip dünyanın en büyük basketbol takımlarının izledikleri taktikleri anlatarak, oyuncuları geliştirmeye çalışıyordu. Bir diğer önemli görevi ise o dönem Aydan Hoca’nın kafasına taktığı rakip takım olan Fenerbahçe’nin maçlarını izleyerek, onları nasıl yeneceklerine dair stratejik bir rapor hazırlamaktı.
Murat bu süreçte sadece Türk basketbolunu değil; Türk kültürünü, insanlarını, çalışma şekillerini de öğrenmeye fırsat bulmuştu. Ancak hala konuşurken zor bela aklına gelen sayılı Türkçe kelime vardı ve onlar da fazlaca aksanlıydı. Türkiye basketbol camiasında uzunca bir süre onu, Türkçe’yi iyi konuşan bir Amerikalı sanacaklardı.
Askerden hemen önce Fenerbahçe rakip analizi raporunu teslim etmiş ve yaşamında aniden açılan basketbol sayfasını kapatmıştı. Askerlik sonrası iyi bir şirkette adam akıllı bir kariyere doğru yelken açması şarttı. Eğitimi için geçmişte yaşamlarından fazlasıyla ödün vermiş anne ve babasının da en büyük hayali buydu.
Nitekim askerlik sonrası, ailesinin içine sinmese de Fenerbahçe’ye transfer olmuş Aydan Hoca’nın peşinden gidip bir süreliğine kulüpte teknik menajer olarak çalışsa da, hoca Efes Pilsen’e geçtiğinde babasının itirazlarını haklı bularak Aydan hoca ile yollarını ayıracaktı.
Murat’ın babası Cahit Murathanoğlu, Aydan Hoca’nın ikna çabaları karşısında dimdik durmuş ve “Bak Aydan Hoca ben oğlumu siz sepet gibi oradan oraya yanınızda taşıyasınız diye dünyanın en iyi üniversitelerinden birinde okutmadım. Benim oğlumun adam gibi bir kariyeri olacak!” diyerek son noktayı koymuştu.
Ayrıca bakınız; Haddini Aş Hikayaleri 68: Sylvester Stallone
Beyaz Yakalı Murat
Her ne kadar bölümünden başarıyla mezun olmuş olsa da, inşaat mühendisi olarak çalışma fikri Murat’ı çok mutsuz ediyordu. Babası oğlunun bu mesleğe uzak durduğunun farkındaydı. Her ne kadar onun için parlak bir mühendislik kariyeri hayali çizmiş olsa da, Murat’ı daha fazla zorlamak istemedi. Oğlunun sağlam bir işe girip ne idüğü belirsiz basket işlerinden kurtulması Cahit Bey’in içine su serpmeye yetecekti.
Sene 1984.. Kurumsal hayata Paşabahçe’de İhracat Uzmanı olarak merhaba diyen Murat’ın basketbolla ilişkisi, bir süre yalnızca izleyici olarak ve Basket Dergisi’nde yazdığı basketbol köşesiyle sınırlı kalacaktı. İşi dolayısıyla sık sık yurtdışına gidiyor ve farklı kültürleri tanıma imkanı buluyordu. Kurumsal yaşamda mutlu muydu? Evet. Peki gönlünde yatan başka bir aslan var mıydı? EVET
2 yıl Paşabahçe’de çalıştıktan sonra 1986’da istifa ederek Setur’a geçti ve orada geçirdiği bir kaç yılda başarıyla kariyer basamaklarını tırmandı. Murat’ın bundan sonraki yaşamını beyaz yakalı olarak tamamlayacağından hiç şüphesi yoktu. Ta ki Efes Pilsen’in her sene fabrika bahçesinde düzenlediği 1988 Barbekü Partisi’ne Aydan Hoca’nın davetlisi olarak katılana kadar..
Partide Aydan Hoca ile NCAA maçları hakkında konuşurken kulak misafiri olan ve Murat’ın hayatına bomba gibi düşüp onu dönüştürecek bir kariyerin yolunu açacak olan dönemin yıldız sunucusu rahmetli Çetin Çeki Murat’ı kenara çekti. “Oğlum sen TRT’de NCAA maçlarını anlatabilir misin?” Hayda, bu da nereden çıkmıştı böyle??? Belli ki yaşam yine arka planda ona yeni sürprizler hazırlamıştı.
Haddini Aşan Bir Basketbol Maçı Sunucusu Doğuyor: The Murat Murathanoğlu
Yarım yamalak, herkesin alay ettiği Amerikan aksanlı bir Türkçe.. Ve dahası TRT’nin titizlikle uyduğu “Türkçe’yi Koruma Kanunu” yılları.. Öncesinde spikerlikle hiç bir ilgisi yok.. Dahası işi gücü yoğun, zaman nasıl bulacaktı?
Sen hele Final Four maçlarını anlat da ben sana Türkçe öğretirim, demişti Çetin Çeki. Murat’ın yüreğinde kuşlar havalanmıştı. Hem işini bırakmayacak hem de basketbol camiasının içinde yeniden nefes alacaktı. Heyecanlı ama bir taraftan da kaygılıydı. Kıvırabilecek miydi bu işi?
Çetin Çeki ile yoğun bir çalışma temposu içine girdiler. Türker İnanoğlu’nun stüdyosunda gece gündüz demeden Türkçe maç anlatma denemeleri.. İş çıkışı gece yarılarına kadar harcanan mesailer..
Harcanan çaba her zaman ilk günden karşılığını bulabilir mi? Bazen evet bazen hayır. Murat’ın hikayesinde ise emeğinin anlamlı bir karşılık bulması uzun yıllar alacaktı.
Nitekim ilk maç yayınlarını dinleyen ailesi ve arkadaşları “İleride çocuklarına anlatacağın güzel bir anın oldu, boşver takma kafana” diyerek maçı dinlerken uykularının geldiğini itiraf etmişlerdi. O günlerde Murat’ın bu işi kafasına takıp, olağanüstü bir çabayla çalışarak kendini sıfırdan var edeceğini tahmin etmemişlerdi.
Bir insan gerçekten haddini aşmak istiyorsa yolda yaşadığı başarısızlıklara küsmek yerine, onlardan öğrenerek kendini büyütmeyi seçiyor. Murat’ın yaptığı tam olarak buydu. Bir taraftan Setur’daki görevine devam ederken bir taraftan da bu alanda devleşmiş isimlerin maç anlatım tekniklerini çalışıyor, evde eski usül teyplere defalarca maç anlatıp sesini kaydederek denemeler yapıyordu. Çetin Çeki ise onun bu can hıraş çalışma azmini takdir ediyor ve onu cesaretlendiriyordu.
NBA’deki İlk Türk
Öyle veya böyle 2 sezon NCAA Final Four maçlarını Türkiye’ye anlatan kişi Murat Murathanoğlu’ydu ve samimiyet dolu maç aktarımları kişinin sempatisini kazanmıştı. Bir sonraki yıl Çetin Çeki NBA maçlarının yayın haklarını da alıp o dönemin en sevilen dizisi Bizimkiler’in önüne koyunca oyunun rengi iyice değişti.
Ve işte tam o günlerde, Murat’la ilgili Tercüman Gazetesi’nde “NBA’deki ilk Türk” başlıklı bir köşe yazısı yayınlandı. Bu yazı ona spikerlikle ilgili muhteşem bir heyecan ve özgüven getirmişti ancak yazıyı okuyan anne ve babasının gözlerindeki gururu görmek şüphesiz onu daha fazla mutlu etmişti.
Hafta sonları spikerlik kariyerinin tohumlarını ekerken, 89’da Reebok yan kuruluşu olan Prospor’a Genel Müdür olarak geçtiğinde, kendisini hafta içleri gece yarılarına dek çalışması gereken yüksek tempolu bir yaşamın içine atacaktı.
Özellikle 93-94 sezonunda Murat hayatının en yoğun dönemini yaşadı. Bu dönemin adı yorgunluk ve uykusuzluktu. TRT, NBA maçlarını artık banttan değil Cuma akşamları Ankara Stüdyosu’ndan canlı yayınlamaya başlamıştı.
Murat, Cuma iş çıkışı Ankara’ya gidip TRT Stüdyosu’nda canlı maç anlatıyor, sabaha karşı İstanbul’a dönüyor ve hiç dinlenmeden Abdi İpekçi’de Türkiye ligi maçlarını anlatmaya koşuyordu. Dahası büyük bir titizlikle işini yaptığından, her maç öncesi ilgili takımlarla ilgili son gelişmeleri derinlemesine araştırıyor, oyuncularla ilgili izleyicilere aktarabileceği notlar alıyor ve önemli bir hazırlık zamanı harcıyordu.
Böylesi yıpratıcı bir tempo sürdürülebilir olmasa da, Murat içindeki tutkuya söz geçiremediğinden son kurşunu bitene dek maç anlatmak istediğini biliyordu.
94’te Cine 5 kurulup Erol Aksoy kendisini full time yanında görmek istediğinde, yılların emeği ve aşkıyla parlattığı basketbol kariyerine tüm gücüyle sarılmaya karar verdi ve Prospor’dan istifa etti.
Genel müdür olarak çalıştığı o 3 yıl boyunca hem Prospor’u büyütüp şirketi bambaşka bir noktaya taşıdığı hem de tüm zamanını sporun içinde nefes alarak geçirdiği için muazzam bir mutluluk duymuştu.
Lakin zaman artık Türkiye insanına basketbolu daha da sevdirme, yerli yabancı bir çok oyuncuyu hikayeleriyle tanıtarak gençleri spora özendirme ve yeni yeteneklerin keşfedilmesine zemin hazırlama zamanıydı.
Bu Ülkeden Dünya Devleri Çıkaralım
Avrupa basketbol maçlarını da anlatmaya başladığı Cine 5 yılları, sonrasında haftanın 6 günü maç anlattığı NTV dönemi, İsmet Bademle olan derin muhabbetleri, köşe yazarlığı, program yapımcılığı, ünlü oyuncuları seslendirdiği belgeseller ve dahası Türkçe’mize kazandırdığı “Yok artık Lebron James” repliği… Murat Murathanoğlu’nun yaşam hazinesine dair söylenecek çok şey var.
Ancak onun için belki de yolculuğundaki duraklardan en anlamlısı basket sever gençlere ilham vermek, onları yetiştirmek hatta belki de bir gün bu topraklardan dünya devleri çıkartmak için 2006’da kurduğu ve maddi manevi her şeyini ortaya koyarak var etmeye çalıştığı Baskent 34 Spor Kulübü.
Bahçeşehir’de oturan gençlerle yolculuğuna başlayan ve kimsenin başarılı olacağına pek de ihtimal vermediği kulübün içinden 8 birinci/ikinci lig oyuncusu ve bir de NBA oyuncusu ( Furkan Korkmaz) doğdu. Kulüp 2010 yılında maddi imkansızlıklardan dolayı kapanmış olsa da; o dönem yetiştirdiği gençlerin haddini aşma çabalarını, binbir emekle çıkarttıkları Baskent 34 dergisinin başarısını ve basketbola kazandırdığı Furkan Korkmaz gibi değerleri Murat Murathanoğlu bugün hala derin bir gururla anlatıyor.
Yaptığı işi ateşleyerek haddini aşmış bir çok insanda gördüğümüz ortak özelliklerin hepsini barındıran birisi Murat Murathanoğlu. Cesaret, azim, vazgeçmemek, denemek, başarısızlıklardan öğrenmek, kararlı olmak, çok ama çok çalışmak..
Bu muazzam hikayede hepimize ilham verecek yaşanmışlıklar var. Dahasını merak ederseniz, "Salondaki En Kötü Koltuk" ismini verdiği otobiyografisini okumanızı öneririm.
Gelelim hikayenin sonuna..
Hayır, gökten 3 elma düşmüyor ve hikaye burada bitmiyor. Çünkü Murat Murathanoğlu bugün konuşmacılık, danışmanlık, program sunuculuğu gibi bir çok farklı kariyer yelpazesinde ürettikleriyle pek çoğumuza ilham vermeye ve yaşamına yeni hikayeler eklemeye devam ediyor.
"Yok artık Lebron James" dediğinizi duyar gibiyim, yanılıyor muyum?
Comments