İnsanlar ikiye ayrılırlar:
1. Kendilerini sahip oldukları nesneler ve şeyler ile tanımlayanlar.
2. Kendilerini yaşadıkları ve yaşattıklarıyla, duygu ve düşünceleriyle, yaşam anlayışları ile tanımlayanlar.
Birinci gruptaki insanlar nüfusun çoğunluğunu oluşturuyorlar. Bu insanlar, ne kadar çok şeye sahip olur ve ne kadar çok tüketirlerse o kadar mutlu olacaklarını düşünürler. Sahip oldukları şeylere sıkıca sarılır, onlardan uzakta kendilerini güvensiz ve işe yaramaz hissederler.
İkinci gruptakiler ise gerçeğin peşinde olan insanlardır. Yeni fikirler peşinde koşarlar, keşfetme arzusuyla dolup taşar yürekleri. Bu yüzden çekinmeden yeni ortamların, yeni insanların, yeni işlerin arasına atarlar kendilerini. Yeteneklerini ve kim olduklarını keşfederek yaşarlar.
Bir yanda ‘’sahip olanlar’’, diğer yanda ‘’var olanlar’’.
Bu yazıyı yazma amacım, içinde bulunduğumuz bu hız ve tüketim kültüründe, açgözlülüğün ve bencilliğin virüs gibi yayıldığı şu günlerde, gerçek ve önemli olanı hatırlatmak, insancıl zenginliklerimizin üzerine gitmeye sevk etmek.
Ve bu kültür sizi biraz olsun rahatsız ediyorsa, gelin dertleşelim.
Erich Fromm ‘’Sahip olmak ya da olmak’’ kitabında adeta günümüzü özetleyen şu ifadeleri kullanıyor:
Sahip olmak tek hedef olunca, insan giderek daha açgözlü ve ihtiras sahibi olur. Çünkü ne kadar çok şeyi olursa, o kadar mutlu olacağını sanır. Böylelikle kişi herkese karşı düşmanlık beslemeye başlar. Kandırmak istediği müşterileri, iflasa sürüklemeye çalıştığı rakipleri ve sömürmeyi arzuladığı işçileri, hep onun daha az şeye sahip olmasına yol açtıkları için, bencil kişinin düşmanıdırlar. Bu tür düşünen bir insanın arzuları sonsuz olduğu için, hiçbir zaman rahat ve huzur bulamayacağı bellidir. Onun tüm yaşamı, kendinden çok şeye sahip olanları kıskanmak ve kendinden az varlığı olanlardan da korkmakla geçecektir.
Bitmek bilmeyen sahip olma arzusu ile tükettikçe var olacağını düşünen insanlar, sonu asla gelmeyen bir çarkın içinde dönüp dururlar. Bir şeyi çok isterler, sahip oldukları anda o çok istenilen şey artık onları tatmin etmez hale gelir ve yeniden, daha fazla tüketme ve sahip olma arzusu ile dolarlar.
Thorstein Veblen’in ortaya koyduğu ”gösterişçi tüketim” kavramına da değinmenin tam zamanı. Şöyle söyler:
Modern dönemin ilk zamanlarından itibaren tüketim insanların yaşamında önemli bir figür olarak durmuş ve artık insanların kendilerini ifade ediş şekli, sosyal statü, yer edinme araçları olarak karşımıza çıkmıştır. Bu kuram ‘’zamanını etkin ve üretken olarak kullanmayan’’ bir sınıfın oluşması ile paralel bir gelişim göstermişti
Ayrıca Bakınız; Harekete Geçmekte Zorlananlar İçin 5 Dakika Kuralı
Kendini güvence altına almak, toplumda yer edinebilmek için de sahip olmak ister insan. Güzel bir ev, bir araba, en moda giysiler, en şık mobilyalardan oluşturduğu dünyasında bir yere hareket edemeden yaşar.
Ve aynı insan, sahip olduklarından sıyrılıp kendini yeni yaşamlara, yeni fikirlere, yeni ortamlara atan insanlara da hep hayranlık duyar.
Erich Fromm’un değindiği mitolojideki kahraman miti tam da bu durumu özetler nitelikte:
Kahraman, sahip olduğu şeyleri, evini, ailesini, yurdunu ve malını-mülkünü terk ederek, bilinmeyene yönelen, yabacı yerlere gitme cesareti gösteren kimsedir. Korkuya yenik düşmeden, cesaretle onun üzerine gidebilmesi, o kişiyi kahraman kılar. Bu kahramanlara hayran olmamızın nedeni, içimizde hissettiğimiz, bizim yolumuzun da onların yolu gibi olması gerektiği duygusudur. Ama korktuğumuz için, böyle bir davranışın yalnızca kahramanlara özgü olduğu aldatmacası ile kendimizi avutmaya çalışırız.
İhtiyacımız Olan: ”Var Olmak”
Düşünsenize, bu dünyadan geçmiş birisini anarken şöyle dediğiniz oldu mu: ”Her şeyin en iyisine sahipti, tüketmeyi çok severdi, çok güzel evleri arabaları vardı. İyi ki geçti bu dünyadan.”
Hayır, şöyle anarız insanları: ”Gittiği her yeri güzelleştiren, hem karakteri hem yüreğiyle harika bir insandı. Öyle güzel işler yaptı, öyle katkılarda bulundu ki çevresine… İyi ki de geçti bu dünyadan.”
Varlığı özel mülkiyet, kar ve iktidar üzerine kurulu bu dünyada güzel bir değişime sebep olmak, bir iz bırakmak, yaşamınızın sonuna geldiğinizde yetersiz ve yanlış bir yaşam yaşadığınız hissine kapılmamak istiyorsanız önce insancıl değerlerinizi, yeteneklerinizi, zihinsel ve sanatsal eylemlerinizi zenginleştirmelisiniz.
Goethe’den bir şiirle bitirmek istiyorum yazımı:
Biliyorum ki ben, Ruhumdan akıp gelmek isteyen düşünceler dışında Hiçbir şeye sahip değilim. Biliyorum ki ben, Tatlı bir sevgiyi, küçük bir sevinci tattığım anlar dışında, Hiçbir şeye sahip değilim.
Comments