‘’Varoşlar talan edildi, zavallı babam açlıktan ölüyor olabilir, annem bir lokma ekmek bulamıyordur belki… Ya da bir Rus O’nu ve kız kardeşimi öldürmüştür. Ben ise çaresizliğimin sesini ancak piyanoma yansıtabiliyorum. ‘’
1831 yılında, çok sevdiği ve özlem duyduğu ülkesi Polonya işgal altındayken günlüğüne bu sözleri aktarıyor Chopin.
Neredeyse tüm hayatı hüzün ve özlem ile geçen, hissettiği bu duyguları insanlığın gördüğü en iyi bestelere dönüştüren Chopin’in hayatını anlatıyorum bu yazımda.
Çocukluk Yılları
Sürgündeki Polonya Kralına Fransa’da hizmet eden, sonrasında onunla birlikte Polonya’ya gelen ve burada kalan, Aristokrat ailelerin çocuklarına eğitim veren bir Fransız olan Nicolas Chopin, Justina isimli Leh bir kadınla evlenir ve takvimler 1 Mart 1810’u gösterdiğinde Frédéric Chopin dünyaya gelir.
Varşova’da mutlu bir çocukluk geçirir Chopin. Annesi ve ablasının piyanoda çaldığı besteleri dinleyerek büyür.
Chopin’in özel ve yeteneki bir bir çocuk olduğu küçük yaşlarında fark edilir. Çünkü 5-6 yaşlarındayken duyduğu besteleri aynen çalabilen, kendi bestelerini dahi yapabilen bir çocuktur.
İlk açık hava konserini ise 7 yaşındayken verir. İnsanlar o dönemler ona Mozart’ın varisi olmayı yakıştırır. Bir yandan da Varşova Konservatuarı’ndaki müzik hocalarından eğitimler almaya başlar.
Varşova’ya Veda
Avrupa’nın sancılı değişim sürecinden geçtiği, milliyetçilik akımları, Fransız İhtilali, Sanayi Devrimi ve birçok savaşa şahitlik edilen 19. Yüzyıl, tüm sanatçılar gibi Chopin’i de derinden etkiler.
1830’da Polonya’da işgalci ruslar’a karşı direniş başlar.
Oldukça vatansever olan, Polonya’ya çok derin bir sevgi besleyen Chopin de orduya katılmak için girişimde bulunur, ancak arkadaşları tarafından engellenir.
Arkadaşlarından birisi şunları söyler ona; “Bizim vatanımız için yapabileceğimiz şey elimize silah alıp savaşmak ve belki de ölmek; ancak senin müziğin ölümsüz olacak. Polonya’nın adı piyanonun tuşlarında var olacak!”
”Yolculuğuma ne zaman başlamam gerektiğine bir türlü karar veremiyorum. Sanki bu kez evden tümüyle ayrılacakmışım gibi bir duyguya kapılıyorum. Sanki bu yolculuk beni ölüme götürecek. İnsanın hep yaşadığı yerlerden uzakta ölmesi ne acı olmalı. Son nefesimde en sevdiklerimin yüzü yerine, bir doktorun buz gibi yüzünü ya da yabancı bir hizmetçiyi görmek ne korkunç olurdu.” Chopin
1831 yılında çok sevdiği vatanı Varşova’dan ayrılmak zorunda kalır ve Paris’e taşınır. Genç yaşta ayrıldığı vatanına ve ailesine geri dönme şansı bulamaz.
Hayal kırıklığı, öfke, özlem… bunlar çok derinden yaşadığı duygulardı Chopin’in. Az konuşan, içine kapanık ve hüzünlü bir mizaca sahip olan Chopin, duygularını besteleri ile anlatıyordu. Eserlerinde duygu geçişlerini öyle güzel hissettiriyor, piyano ile kendini öyle güzel ifade ediyordu ki, dinleyenler de tüm o duyguları yaşıyor ve sanki hapsoluyordu notaların içinde.
Bir müzik tarihçisi olan Sidney Finkelstein Chopin hakkında şunları söylüyor: ‘’Müziğinin kaynaklarından yararlanışı, onun vatanseverliğini açıkça haykırışına ve ulusal özgürlük çağrısına bağlıdır. Pek çok yapıtında var olan keder duygusu bile salt kişisel bir keder değil, bir ulusun çektiği acının bilincidir. Chopin ile müzik, ilk defa, özgürlüğü uğrunda savaş veren, ezilen bir ulusun anlatımı haline gelir.’’
Paris Günleri
Paris’te yeterince tanınmayan ve müzik dünyasında yer edinmeye çalılan Chopin, buradaki günlerini sürekli beste yaparak ve fırsatları kovalayarak geçirir.
Piyanonun başına her geçişinde insanları büyülemeyi başarır ve hayranlarının sayısı gittikçe artar. Gittikçe daha çok konser talebi gelmeye başlar. Bu arada bir yandan da Paris sosyetesine piyano dersleri verir.
Paris’te Victor Hugo, Balzac, Rossini, Franz Liszt ve Fransız yazar George Sand gibi isimlerle tanışma fırsatı bulur.
“Bu adamın kalbinde öylesine ulvi duygular var ki, dinlerken gözlerimi kapattığımda onları görebilirmişim gibi geliyor “ diyor Franz Liszt Chopin hakkında.
Ayrıca bakınız; Haddini Aş Hikayeleri 75: Keanu Reeves
Büyük ilham kaynağı: George Sand
Bir dönem Chopin’in ilham kaynağı olan Sand, söylenenlere göre, sigara alışkanlığı olan ve Paris sokaklarında erkek kılığında dolaşan bir kadındır. Uzun dönem olan tek ilişkisini 1838-1847 yılları arasında George Sand ile yaşar.
Peki Sand’ı diğerlerinden farklı kılan nedir?
3 çocuk annesi ve kendinden 6 yaş büyük olan Sand, Chopin üzerinde büyük ilgi uyandırır, çünkü bu kadın o zamanki toplum kurallarını kabul etmeyen ve tepkisini ise erkek kıyafetleri giyerek gösteren bir kadındır.
Ancak sürekli olaylı geçen ilişkileri Chopin’e büyük ıstıraplara mal olur.
Sand ile Chopin en son 1848 senesinin Mart ayında karşılaşırlar ve diyalogları iki kelimeyi geçmez:
-nasılsınız?
-iyiyim…
Sonrasında ise birbirlerini hiç görmezler.
Erken Bir Veda
Sand’dan da ayrıldıktan sonra sağlığı gittikçe kötüye giden Chopin, 1848’de son konserini verir. 17 Ekim 1849’da ise hayata veda eder.
Son günlerini Franz Liszt şöyle dile getiriyor: ‘’Öleceğini biliyordu. Ancak bir teslimiyet içinde değildi. Öksürük nöbetleri geçirirken bile yapmak istediklerinden ve planlarından bahsediyordu. Daima aklı başında konuşuyordu. O’nu görmeye gelenler ölümünün yaklaştığını yüzünden anlıyorlar fakat yüzüne yerleşen o apayrı güzelliğin ona daha da yüce bir hava kattığına inanıyorlardı.’’
Chopin, öldükten sonra kalbinin çıkarılarak Varşova’ya gömülmesini ister. Bunun üzerine kalbi, özel bir solüsyon ile kavanoza konulur ve Varşova’ya gönderilir.
Bedeni Paris’in Pere Lachaise mezarlığında gömülü olan Chopin’in kalbi Varşova’daki bir kilisede korunuyor.
Comments