top of page

Haddini Aş Hikayeleri 38: Anne Frank

Güncelleme tarihi: 31 Mar 2023

Tam iki sene boyunca ışık girmeyen daracık bir çatı katında, ailenizle birlikte saklanmak zorunda olduğunuzu hayal edin. Her an korku içindesiniz. Ses çıkmasın diye ayak ucunuzda yürümek zorundasınız. Konuşurken, hatta nefes alıp verirken dahi dikkatli olmanız gerekiyor. Çünkü eğer yakalanırsanız etnik kökeniniz yüzünden toplama kamplarına gönderileceksiniz ve muhtemelen oradan sağ çıkamayacaksınız.

Bu yazımda kısacık ömründe, kocaman korkularla yaşasa da yarınlara olan inancından, umut etmekten hiçbir zaman vazgeçmeyen, hayatının son 2 yılında yazdığı günlüklerle dünya tarihine adını yazdıran Anne Frank’ten bahsediyorum.

Anne Frank Kimdir?

12 Haziran 1929’da Frankfurt, Almanya’da dünyaya gelir, anne ve babası Annelies Marie Frank ismini verirler ona. Babası Otto, banka çalışanıdır, ancak 1929 buhranının etkisiyle işleri yolunda gitmemeye başlar baba Frank’in.

Sene 1933 olduğunda Naziler iktidara gelirler. Nazilerin yahudiler üzerindeki baskıları ve babasının işlerinin iyice kötüleşmesi ile Amsterdam’a taşınırlar. Çünkü Otto’nun orada iş bağlantıları vardır ve fırsatı değerlendirmek ister.

Ancak Hitler Hollanda’ya da girer ve burada da tıpkı Almanya’daki gibi kısıtlamalar getirir yahudilere. Yahudilerin kendi işini kurması burada da yasaklanınca, Otto işlerinin başına başka birini geçirmekte bulur çareyi.

Bu arada Anne ve ablası Hollanda’da sadece yahudilerin eğitim gördüğü, tüm öğrencilerin aynı kaderi paylaştığı okula kaydolurlar. Anne burada zamanla en yakın arkadaşı olacak, aileden biri gibi seveceği Nanette ile tanışır.

Yaşam gittikçe zorlaşıyordu. Korkunç bir dünyanın içinde umudunu korumaya çalışıyordu Anne. Ancak her şeye rağmen neşeli ve mutlu bir çocuktu.

”Gökyüzüne gözlerini korkusuzca kaldırabildiğin, içinin temiz olduğuna inandığın sürece mutluluk yitirilmiş değildir.”

Sene 1942… Anne’nin ablası Margot’a bir celp gelir ve Hitlerin kurduğu Orijinal adı “Schutzstaffel” (SS) olan koruma timi merkezine çağrılır.

Yahudi olarak işaretlenmişlerdi, tehlike çok yakındaydı artık.

”Barış içinde yaşamak dururken birbirinin gırtlağına sarılmak niye?”

Bir kağıda ailecek İsviçre’ye gittiklerini bildiren bir not yazıp ortadan kaybolurlar. Ancak hiç uzakta değil, baba Otto’nun Prinsengrach’taki ofisinin gizli bölmesinde, aile dostları olan 4 kişiyle birlikte saklanmaya başlarlar. İhtiyaçlarını Otto’nun sekreteri Miep Gies’in karşılayacağı dış dünyayla iletişimlerini tamamen kestikleri, nefes aldıkları her dakika korku ve endişe duydukları hapis hayatı başlar.

”Herkes uyumadan önce her gece o gün başından geçen olayları bir sıradan geçirip hangilerinin yanlış olduğunu düşünseydi kim bilir dünya ne kadar daha güzel, daha yaşanası bir yer olurdu.”

Anne Frank’in Günlüğü

Anne, onu ölümsüz yapacak günlüğü yazmaya burada, saklandıkları çatı katında başlar. 13. yaş gününde ona hediye olarak verilen ajandaya yazar tüm hislerini, düşüncelerini, umutlarını… İki yıl boyunca, her gün yazar.

”Yazıyorum, çünkü kağıdın insanlardan daha çok sabrı var.”

Gökyüzünden geçen savaş uçaklarının, atılan bombaların sesleriyle yaşasa da daima hayatta oldukları için çok şanslı olduklarını, şikayet etmenin nankörlük olacağını söyler, umudunu hep canlı tutmaya çalışır. Sadece yazmakla kalmaz sıkıştığı bu çatı katında. Kendini geliştirmek için ingilizce ve fransızca öğrenmeye çalışır, mitoloji ile ilgilenir.

“İster kavga edelim, ister etmeyelim, ister özgürlüğe, açık havaya özlem çekelim, ister alın yazımıza razı olalım, harp bildiğini okuyor. Onun için elimizden geldiği kadar buradaki hayatımızı tatlı kılmamız gerekiyor.”

Ağustos, 1944. Frank ailesini birileri ihbar eder ve saklandıkları yerden bir baskınla yakalanıp farklı kamplara gönderilirler.

Anne, önce Polonya’daki Auschwitz kampına gönderilir. Burada okuldan yakın arkadaşı Nanette ile karşılaşırlar. O an tanıdık bir yüz görmek mucize gibidir Anne için. Nanette’ye yaşadığı zorluklardan, hayallerinden, yazdığı günlükten ve savaş bitince bu günlüğü kitap haline getirmek istediğinden söz eder.

Kıyafetlerinin hepsi bitlendiği için üzerinde yalnızca bir battaniyeyle gezen Anne çok zayıflar ve güçsüzleşir. Ekim 1944’te ablası Margo ile birlikte Bergen – Belsen toplama kampına götürülürler. Çok kalabalık ve pislik içindeki bu kampta yiyecek yemek dahi bulmak çok zordur ve esirlerin birçoğu hastadır.

Anne ve Margot da bu kampta tifüse yakalanırlar. Margot çok fazla dayanamaz ve kısa süre sonra hayata veda eder. Ablasının ölümü, annesinin ve babasının da çoktan öldüğünü düşünmesi Anne’in tüm umutlarını yitirmesine neden olur. Yaşamak için bir nedeninin kalmadığını düşünür.

Gittikçe zayıflayan bedeni daha fazla dayanamaz ve Şubat 1945’de, kampın kurtarılmasına 1 hafta kala hayata gözlerini yumar.

Savaş bittiğinde Frank ailesinden tek hayatta kalan babası Otto olur. Anne’in günlüğünü okur. Günlükte savaş bittiğinde bu günlüğü kitap haline getirmek istediğini yazmıştır Anne. Ölen kızının bu büyük arzusunu hayata geçirmek için günlüğü düzenler ve 1947 yılında ”Anne Frank’ın Hatıra Defteri” ismiyle yayımlatır.

“Öldükten sonra da yaşamak istiyorum. Onun için tanrıya bana bu vergiyi bağışladığı, kendimi geliştirmek, yazıyla kendimi içimdekileri anlatmak kolaylığı verdiği için dualar ediyorum. Elime kalemi alınca hiçbir şey gözümde değil, üzüntülerim siliniyor, cesaretim artıyor.”


49 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2_Post
bottom of page