Hayat ne kadar karmaşık değil mi?
Bir gün küresel bir pandemi kapımızı çalabilir ve hayat tarzımızdan iş yapış şeklimize kadar her şeyi değiştirebilir.
Bir ekonomik kriz gelir ve işsiz kalabiliriz.
Senelerdir gece gündüz çalıştığımız girişimimiz, bir gecede batabilir.
Kusursuz giden ilişkimiz, hiç beklemediğimiz bir anda bitebilir.
Hepimiz özellikle son iki senedir her zamankinden daha karmaşık ve belirsizliklerle dolu bir hayatın ortasındayız. Üstelik çok büyük bir dönüşüme şahit oluyoruz.
''Ama siz umudunuzu kaybetmeyin, her şey bir gün düzelecek.'' demeyeceğim size elbette.
Her şey daha da kötüye gidebilir.
Her şey daha da belirsiz ve karmaşık hale gelebilir.
Böylesi bir dünyada sahip olmamız gereken en önemli yetenek, mücadele etme, düştükten sonra tekrar kalkabilme, kontrol edemediklerimizi kabullenme yeteneğidir.
İşte tüm bunlar duygusal esnekliğe sahip olmamızı gerektirir.
Duygusal Esneklik Nedir?
Duygusal esneklik, fırtınanın üstesinden gelme ve yelkeni sabit tutma gücüdür. Bir nevi cesurca yaşama sanatıdır.
Resilience (esneklik) kelimesi "geri dönmek" veya misilleme yapmak anlamına gelen Latince "resilio" kelimesinden gelir.
Duygusal esneklik, kendine inanç, öz-şefkat ve gelişmiş bilişsellikle iç içe geçmiş bir yaşama sanatıdır. Olumsuzlukların 'geçici' olduğunun farkında olmak, acı ve ıstıraplarla bile gelişmeye devam etmek için kendimizi güçlendirmemizin bir yoludur.
Daha geniş anlamda, stresli bir durumla karşılaştığımızda bu duyguyu yönetebilmek, eninde sonunda geçeceğini bilmek ve bu nedenle içsel motivasyonumuzu kalıcı olarak etkilemesine izin vermemek anlamına gelir. Esnek olduğumuzda, kendimizi yalnızca strese ve hayal kırıklıklarına adapte etmekle kalmaz, aynı zamanda bizi bu tür durumlarla karşı karşıya bırakabilecek eylemlerden kaçınmak için derin bir içgörü geliştiririz.
Bu bir “eğil ama kırılma” özelliği değil, aksine “kırıldım” gerçeğini kabullenmek ve kırılan parçalarımızla birlikte büyümeye devam etmektir.
Bu bana Japon Felsefesi Kintsugi'yi hatırlatıyor:
"Rivayete göre Japonya’da bir imparator çok sevdiği vazosu kırılınca Çin’e gönderiyor, geldiğinde metal zımbaları görünce küplere biniyor. Japon zanaatkarlara, daha güzel bir yol bulmalarını istiyor. İşte 15. yüzyılda bu şekilde, ihtiyaçtan doğan bu sanat, günümüze kadar geliyor. Kin altın, Tsugi ise birleştirmek, yamamak demek. Kırıkların arasındaki altın, kırılmış olsa da, bozulmuş olsa da bir şeyin hâlâ değerli belki de olduğundan daha değerli olduğunu söylüyor. Kırık parçalara yeni bir yaşam, belki de bir yaşam gayesi kazandırıyorlar bu şekilde. Kusurlu olana, kırık olana yeni bir yaşam armağan ediyorlar. Kırıkların içindeki güzelliği buluyorlar. Kintsugi’nin amacı kırık vazonun yeni gibi görünmesi değil, kusurlarıyla güzelleşmesi, yani sizin o vazoya bakış açınızın değişmesi. Ve aslında bir yeniden doğuş anlamı taşıması."
Kintsugi penceresinden baktığımızda; kendi kırık parçalarımızın altını, yaşadığımız deneyimler, yüzümüzdeki çizgiler, hissettiğimiz fırtınalı duyguların bizde bıraktığı tüm izler. Çünkü ancak o zaman "gerçek bir insan" olduğumuzu ve kırılıp bükülsek de yeniden yola devam edebileceğimizi anlıyoruz. İnsan zorlanmadan büyüyemez.
“Dünya herkesi kırıyor ve sonra bazıları o kırık yerlerden daha güçlü çıkıyor.”
Ernest Hemingway
Duygusal Esnekliğin Unsurları
Duygusal esnekliğin üç yapı taşı var. Bunlar, üzerinde dayanıklılık oluşturabileceğimiz veya onları geliştirmek için çalışabileceğimiz unsurlar. Yani bu üç alanın da dengede olması her birimizin için kıymetli.
1. Fiziksel Unsurlar
Fiziksel güç, enerji, sağlık ve canlılık içerir.
2. Zihinsel veya Psikolojik Unsurlar
Ayarlanabilirlik, dikkat ve odaklanma, benlik saygısı, kendine güven, duygusal farkındalık, kendini ifade etme, düşünme ve akıl yürütme becerileri gibi yönleri içerir.
3. Sosyal Unsurlar
Kişilerarası ilişkiler (iş, partner, çocuklar, ebeveynler, arkadaşlar, topluluk vb.), grup uyumu, beğenilebilirlik, iletişim ve işbirliğini içerir.
Duygusal Olarak Esnek İnsanların Ortak Özellikleri
Esneklik, sahip olduğumuz veya olmadığımız bir nitelik gibi değil. Her birimizin stresle ne kadar iyi başa çıkabileceğinin dereceleri değişken ve bu da normal. Yine de, direnci yüksek insanların belirli ortak özellikleri var. İşte o özelliklerden bazıları:
Duygusal Farkındalık
Duygusal farkındalığa sahip insanlar ne hissettiklerini ve neden hissettiklerini bilirler. Ayrıca başkalarının duygularını daha iyi anlarlar çünkü kendi iç dünyalarıyla daha fazla temas halindedirler. Bu tür bir duygusal anlayış, bu insanların başkalarına empatiyle yaklaşmasına, öfke ya da korku gibi zorlayıcı duyguları daha iyi kontrol etmelerine ve bunlarla daha rahat baş etmelerine olanak tanır.
Ayrıca Bakınız; Harekete Geçmekte Zorlananlar İçin 5 Dakika Kuralı
Sabır
Duygusal olarak esnek insanlar, sürece güvenirler ve pes etmezler, bir zorlukla karşılaştıklarında kendilerini çaresiz veya umutsuz hissetmezler. Daha doğrusu hissetseler de bunu daimi bir duygu durumu olarak kabullenmezler.
Bir engelle karşılaştıklarında hedeflerine doğru yürümeye devam etme olasılıkları daha yüksektir.
İç Kontrol Odağı
Kendi yaşamlarının kahramanıdırlar. Dış etkilerden ziyade kendi hayatlarının kontrolünün kendilerinde olduğuna inanırlar.
Bu özellik daha az stresle ilişkilidir, çünkü içsel bir kontrol odağına ve gerçekçi bir dünya görüşüne sahip insanlar, hayatlarında stres yaratan olaylarla başa çıkmada daha proaktif olabilir, daha çözüm odaklı olabilir ve daha fazla kontrol duygusu hissedebilirler. Bu da elbette daha az stres yaratır.
Destek
Sosyal destek, zihinsel sağlığımızı iyileştirmenin yanı sıra dayanıklılığımızı artırmak için de çok değerli. Esnek insanlar sosyal desteğin değerini bilirler ve kendilerini onları destekleyecek dostlar, iş arkadaşları ve sosyal gruplarla çevrelerler.
Mizah anlayışı
Duygusal esneklikte güçlü insanlar hayatın zorluklarına gülebilirler.
Bu muazzam bir yetenektir, aynı zamanda bunu başarabilmek kolay değil, kabul ediyorum. Ancak başımıza gelen sevimsiz olaylara gülmemiz veya dalga geçmemizden bahsetmiyorum. Ofisteki timsahlarla mücadele etmek yazısını okuma fırsatınız olursa ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Sadece olaylara mizahi yaklaşabilmenin bakış açımızı bazı şeyleri tehdit olarak görmekten ziyade olanları bir meydan okuma olarak görmeye kaydırdığını savunuyorum. Bu da vücudun strese nasıl tepki verdiğini değiştiriyor.
Perspektif
Esnek insanlar, inkar etmek yerine hatalarından ders almaya eğilimlidirler. Engelleri ve zorlukların onları daha güçlü hale getirecek olgular olarak görürler. Ayrıca kendilerini kurban olarak görmek yerine hayatın zorluklarına anlam katmaya odaklanırlar.
Duygusal Esnekliğimi Nasıl Arttırırım?
1. Kontrol Edebileceklerinize Odaklanın
Başkalarının ne söylediğini, ne yaptığını veya neye inandığını kontrol edemiyoruz.
Genetiğimizi, içine doğduğumuz koşulları veya büyürken annemizin depresyonda olup olmadığını veya babamızın sorumsuz biri olup olmadığını kontrol edemiyoruz.
Hava durumunu, doğduğumuz yılı, miras aldığımız kültürel değerleri veya büyüdüğümüz ortamı kontrol edemiyoruz.
Başımıza gelen neredeyse hiçbir şeyi kontrol edemiyoruz.
Trafik kazalarını, yıldırım çarpmalarını, ani selleri, volkanik patlamaları, depremleri, bir anda pandeminin patlamasını kontrol edemiyoruz.
Kanser, diyabet, Alzheimer veya Hashimoto'ya yakalanıp yakalanmayacağımızı tam olarak kontrol edemiyoruz.
İnsanların bizimle ilgili nasıl hissettiklerini, hakkımızda duyduklarını, hakkımızda ne düşündüklerini, yani bizi nasıl gördüklerini birçok açıdan kontrol edemiyoruz.
Evet, bu çılgın dünyada olup biten hiçbir şeyi tam olarak kontrol edemiyoruz.
Ama size iyi bir haberim var. Kontrol edebileceğiniz tek bir şey var ve bu tek şey diğerlerinden çok daha önemli.
Düşüncelerinizi her zaman kontrol edebilirsiniz.
“Eğer insan düşüncelerini kökten değiştirirse, yaşamının değişim hızı karşısında şaşıracaktır. Geleceğimize şekil veren güç kendi içimizdedir. Kendi benliğimizde… İnsan ancak düşüncelerini yükseltmekle yükselir, galip gelir, başarıya ulaşır.”
James Allen
Buda'nın ok hikayesini bilir misiniz?
Bir insanı hedef alan iki ok olduğunu söyler Buda.
Üzerimizde stres yaratan olaylar ilk oktur. Bu bir ölüm olabilir, bir kaza, bir ayrılık olabilir veya işimizde ilgili bir sorun olabilir…
İlk oku atlatamayız, mümkün değil. Hayat bu çünkü.
İlk ok canımızı acıtır, bizi yaralar geçer.
Ardından bu yaşadığımız kötü deneyim üzerine düşünmeye başlarız. Binlerce senaryo yazarız zihnimizde, hatta bu senaryolar yaşadıklarımızdan daha da kötü olur, kurtulamayız bir türlü endişe duygusundan. İşte bu ikinci oktur.
Ancak bu kez oku atan da bizizdir, okun saplandığı kişi de.
Buda bu noktada, ilk okun varlığını kabullenmemizi ve acımızı yaşamamızı ancak kendimizi daha fazla yaralamamak için, ikinci oku atmamayı öğütlüyor.
Sonuç olarak acınızı kontrol edemezsiniz. Ama acınız hakkında nasıl düşündüğünüzü kontrol edebilirsiniz. Acınızın aşılmaz mı yoksa önemsiz mi olduğuna inanıp inanmadığınızı kontrol edebilirsiniz. Bir daha asla iyileşip eskisi gibi olmayacağınız veya iyi bir şekilde geri döneceğiniz hakkındaki düşüncelerinizi kontrol edebilirsiniz.
Düşüncelerimi nasıl kontrol edebilirim derseniz, ben Victor Frankl'in Logoterapi yönteminden kişisel olarak çok fayda görüyorum. Logoterapi, zihinsel ya da duygusal diye tanımlanan rahatsızlıklarının birçoğunun temelde bastırılmış bir anlamsızlık ve boşluk belirtisi olduğu fikrine dayanıyor. Ve kişisel boşluklarımızı doldurdurabildiğimizde düşüncelerin getirdiği depresif ruh halinden daha kolay çıkabileceğimizi savunuyor. Bir göz atmanızı öneririm.
2. İçsel İyimserlik, Dışsal Kötümserlik
Kontrol ettiğiniz şeyler hakkında iyimser olmak önemli olsa da, kontrolünüz dışındaki dünya hakkında iyimser olmak, çoğu zaman işler istediğiniz gibi gitmediğinde daha fazla acı çekmenize neden olur.
Bunun en uç örneği ise Vietnam Savaşı sırasında yaşandı.
Amiral Stockdale, 1965-1973 yılları arasında, Vietnam Savaşı sırasında, esirler kampında kaldığı günlerde onlarca işkenceye maruz kalır. Serbest bırakılacağına veya kamptan sağ çıkacağına dair hiçbir fikri yoktur.
Bu arada kamptaki askerleri komuta etme görevini üstlenir. Askerlerin morallerini koruyarak hayatta kalmaları için bazı fikirler geliştirir. Önceliği kamptaki askerlerin işkenceye dayanmasını sağlayan birtakım stratejileri askerlere öğretmektir. Bu öyle bir stratejidir ki, işkence gören askerler tüm bildiklerini anlatmadan, yalnızca bazı bilgileri karşındakine vererek zaman kazandıkları gibi ağır işkencelerden de kurtulmuş oluyorlardı.
Ayrıca işkenceden sonra izole edilerek hücrelere mahkûm edilen esirlerin psikolojik baskısını hafifletmek amacıyla duvarlara vurarak birbirleriyle iletişim kurabilecekleri bir yöntem geliştirir.
Şubat 1973'te, yani yedi buçuk yıl aradan sonra Amiral Stockdale hürriyetine kavuşur. Kavuşur kavuşmasına ancak uzunca süre sağlığına kavuşmak için tedavi görür.
Hayatı boyunca sürekli “Hayatta kalabilmeyi nasıl başardın?” sorusu ile karşılaşır ve her seferinde bıkmadan usanmadan şunları söyler:
“Sonunda başaracağıma dair inancımı hiçbir zaman kaybetmedim. İnancını kaybedersen ayakta kalamazsın. Esaretten kurtulacağıma dair kuvvetli bir inancım olsa da, bir yandan da o an içinde bulunduğun durumun ortaya koyduğu acı gerçekler neyse, onlarla yüz yüze gelmek ve daha az hasarla atlatmak için gereken kişisel disipline de sahiptim."
Gazetecilerin sorduğu “Peki kamptan kimler sağlıklı çıkamadı?” sorusuna ise şöyle cevap verir:
“Çok kolay. İyimser olanlar. Her şeyin çok iyi olacağını düşünenler, genellikle o kamptan sağ çıkamadılar. Çünkü onlar, Noel’e kadar buradan kurtuluruz, Noel gelip geçiyor ama onlar kalıyordu. Bu sefer Paskalya’da kurtuluruz diyorlardı. Paskalya gelip geçiyor, yine orada kalıyorlardı. Ardından Şükran Günü’nü bekliyorlardı. Sonra tekrar Noel. Sonunda hayal kırıklığı içinde ölüp gidiyorlardı.” diye cevap verir.
Artık Stockdale Paradoksu diye anılan bu olay bize her zaman ümitli ve inançlı olmanın, maruz kaldığımız koşulları iyi anlamanın, acı da olsa tüm gerçeklerle yüzleşmenin, elimizden gelenin en iyisini yapabilmenin ne denli önemli olduğunu gösteriyor.
Sonuç olarak acıya hazırlıklı olanlar, acı karşısında en dayanıklı olanlardır. Zorlukları bekleyenler, zorluklarla yüzleşmeye en hazır olanlardır.
Bu nedenle, dışsal olarak karamsar (Hayat gerçekten zorluklar getirebiliyor), ama aynı zamanda içsel olarak iyimser olmak (bununla başa çıkabilirim ve eninde sonunda kendimi daha iyi hissedebilirim), edineceğimiz en akıllıca yaklaşım olacaktır.
3. İçinizde Saklanan "Mücadeleyi Seven" Tarafınızın Farkına Varın.
İnsan doğasıyla ilgili çarpık bir gerçek var, o da şu: Her zaman iyi hissetmeyi ne kadar istesek de, acıyı ve mücadeleyi seven küçük bir parçamız var.
Bunun nedeni, acının ve mücadelenin üstesinden gelme sürecinin bize anlamlı bir şekilde yaşadığımızı hissettirmesi.
Hayatımızdaki en önemli ve belirleyici anlar genellikle en tatsız anlardır: ölüme yakın deneyimler, sevdiklerinizi kaybetmek, boşanmalar ve ayrılıklar, beklenmedik bir anda işten atılmak veya sinir bozucu bir olayı aşmak…
Zorluklarla büyüyoruz, değişiyoruz ve daha sonra geriye bakıp, yaşadıklarımız için inanılmaz derecede minnettar oluyoruz.
Etrafınızdaki en dirençli insanları gözlemleyin. Mücadeleleri etrafında bir kimlik benimsediklerini, başkalarının kendilerini mücadeleleriyle tanımlanmalarına izin verdiklerini göreceksiniz. Mesela Oprah Winfrey, mesela Jim Carrey..
Hepimizin içinde belli belirsiz ses çıkaran bir "zorluklara direnerek başarma" güdüsü var. Sporcular bunu fiziksel eşiklerini test ederken bulurlar. Bilim adamları, saplantılı bir şekilde verileri analiz etmekte buluyorlar. Askerler ve polisler, başkalarının iyiliği için kendilerini tehlikeye atarak buluyorlar.
Sizin içinizde de aslında mücadeleden beslenen bir taraf var.
Hangi zorlukları aşmaktan zevk alıyorsunuz? Ve zorluklarla karşılaştığınızda, size fayda sağlaması için bundan nasıl yararlanabilirsiniz? Bunu bulmanız gerekiyor.
4. Asla Tek Başınıza Acı Çekmeyin
Yatırım yapmanın ilk gerekliliğinin çeşitlendirmek olduğunu herkes bilir. Tüm paranızı Apple'a yatırmak istemezsiniz, çünkü Tim Cook çılgına döner ve iToothpaste'i piyasaya sürmeye karar verirse, emeklilik tasarruflarınız boşa gidebilir.
Bunun yerine, yatırımlarınızı düzinelerce hatta yüzlerce yatırım aracına yaymanız gerekiyor. Bu şekilde, beklenmedik bir şey olursa bütün paranız aynı çöpe gitmez.
İnsan ilişkilerini de aynı şekilde düşünebilirsiniz. Bugün hayatınızdaki mevcut ilişkilere, sevdiklerinize ve yeni ilişkiler kurmaya yaptığınız her yatırım sizi daha anlamlı bir yaşama götürüp mücadelenizi kolaylaştırır.
İlişki kurmak, mutluluğumuzun küçük bir yüzdesini bu diğer kişiye yatırmak ve karşılığında onların mutluluğunun bir kısmını almak gibidir. Bu, mutluluğumuzu hayatın birçok farklı alanında birçok insan arasında çeşitlendirmemizi sağlar. Ve bu çeşitlendirme, zorluklar kapımızı çaldığında kendi duygusal sağlığımızı daha esnek hale getirir.
Hiçbirimiz sonsuza kadar kendi başımıza ayakta kalamayız. Çünkü bizler, özellikle en zor zamanlarımızda birbirimize duygusal olarak bağlı olacak, birbirimize güvenecek ve birbirimize ihtiyaç duyacak şekilde evrimleştik.
Şu anda acı çekiyorsanız, yapabileceğiniz en değerli şey birine ulaşmak ve anlamlı bağlantılar kurmak, sorunlarınız hakkında konuşmak ve acınızı paylaşmaktır. Bu dostlarınız, aileniz, mentorunuz veya aynı amacı paylaştığınız bir topluluk olabilir.
Geçen Pazar yaptığımız Haddini Aş kulüp toplantısında işine bir anda son verilen bir üyemizle yaşadıklarını ve neler yapabileceğini konuştuk. Ortaya birçok fikir çıktı.
Yurt dışında çok yaygın olan destek grupları maalesef ülkemizde hala sayıca az. Oysa her türlü psikolojik travmayla başa çıkmak için en gerekli bileşenlerden biri acınızı derinden anlayabilecek insanlarla paylaşmaktır.
5. Kendinizden Başka Bir Şeyi Önemseyin.
1 Ağustos 1966 yılında Charles Whitman, Austin’de bulunan Teksas Üniversitesi kulesinin gözlem katına çıkarak aşağıdaki insanlara gelişigüzel ateş etmeye başladı. 96 dakika içinde 45 kişiyi vurdu, bazıları anında öldü.
John Fox adında bir üniversite öğrencisi, ateşler başladığında arkadaşıyla satranç oynuyordu. Atışların 4 Temmuz'dan arta kalan havai fişekler olduğunu düşünerek, neler olup bittiğini görmek için dışarı çıktı. Ancak kısa süre sonra, kendini bir siperin arkasında sıkışmış olarak buldu.
Dakikalar saatler gibi geliyordu o an John'a. Ateşler ve sıcak şehri sarmıştı. John panik atak geçirmeye başladı. Başı döndü, görüşü bulanıklaştı. Nefes almakta zorlanıyordu. Çaresiz şekilde, kendini sakinleştirmek için bir çalının altına süründü.
Dakikalar geçtikten sonra karşısındaki alışveriş merkezindeki kulenin önündeki geniş yürüyüş yoluna baktı, betonun üzerinde yatarken vurulmuş yarım düzine kurban vardı.
İşte o zaman, vurulanların arasında hamile bir kadın olan Claire Wilson'ı gördü. O anda John'a bir aydınlanma yaşadı. Panik ve endişe vücudunu tükettiği anda, başka bir duygu güçlenmeye başlamıştı. "Sadece bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum," diyor. Bu duygunun adı, cesaretti.
John kendini topladı, çalının altından kalktı. Alışveriş merkezine koştu ve kendisini doğrudan keskin nişancının görüş alanına sokma pahasına, başka bir öğrencinin de yardımıyla Claire'i güvenli bir yere taşımayı başardı ve kadının hayatını kurtardı.
Dünyada bunun gibi sayısız kahramanlık örneği var. Ama bu hikaye çok güzel bir ikilem sunuyor:
Bir kriz anında kendimize odaklandığımızda bunalırız ve panikleriz. Başkalarına odaklandığımızda, korkumuzun üstesinden gelir ve harekete geçeriz.
Bugün bizde kaygıya neden olan şeylerin çoğu, sürekli kendimize odaklanmamızdan kaynaklanıyor.
Yeni bir iş buluruz, sonra da yeni işimizde tanışacağımız insanların bizi yargılayıp yargılamayacağını merak ederiz.
Sonra da bizi yargılayan insanlar hakkında endişelenmemiz gerekip gerekmediğini merak ederiz. Ama endişelenmezsek, o zaman duyarsız mı oluruz? Belki de umursamalıyız.
Ama ya umursamamız gerekip gerekmediğini fazla düşünüyorsak? Peki ya fazla düşündüğümüzü fazla düşünüyorsak?
Endişeli olduğumuzda, gelecekte acıyı önlemeye takıntılı hale geliriz. Bunun yerine yapmamız gereken, gelecekteki acıya hazırlanmak olmalı.
Kendimizi acıyı önlemeye değil, hazırlamaya yöneltmemizin yolu, hayatta duygulardan veya acıdan daha büyük bir hedefe sahip olmaktır.
Kariyerinizi hayatınızdaki en önemli önceliklerden biri haline getirirseniz, o zaman insanların neden işinizi bıraktığınızla ya da yeni işinizde diğerlerinin ne düşüneceğiyle ilgili yargılar umurunuzda olmaz.
Kaygıyı yenmenin en kolay yolu riskten kurtulmak değil, riskleri değerli kılmaktır. Eylemleriniz için bir neden, bir görev, daha derin bir amaç bulmalısınız.
Yaşamak için bir 'neden'i olan, neredeyse her 'nasıl'a katlanabilir.
Friedrich Nietzsche
Son olarak; benzer içeriklerden ilham almak ve yaşamınızı dönüştürme cesareti bulmak isterseniz, Haddini Aş E Bülten ailemize de hevesle bekleriz.
***
Kaynaklar:
Comments