top of page

Kitap Özeti: Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı

Güncelleme tarihi: 25 May 2023

Bu hafta özetlemek için Mark Manson'un tüm dünyada çok ses getiren, ''çok satanlar'' listelerinden uzunca süre düşmeyen kitabı ''Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı'' kitabını seçtik.

Bu zamana kadar hayatın bize anlatılan gibi olmadığını ve doğru bildiğimiz tüm yanlışları suratımıza çarpan bir kitap.

Hadi gelin her bir bölümde nelere değinmiş Manson, birlikte bakalım.


 

Bu özet ücretsiz üyelerimiz içindir. Uluslararası ses getirmiş tüm kitap özetlerimize ulaşmak isterseniz, sizi Kitap Ekspresi'ne davet ediyoruz.


Kitap Ekspresi'nde özetlerimiz artık sesli olarak da sizlerle buluşuyor. Kitap Ekspresi'ne üye olun, hem her hafta bir bestseller kitabın özet ve ana fikirlerine ulaşın, hem dilerseniz özeti okumak yerine dinleyin. Önceki tüm ücretli özetlere de anında ulaşabilirsiniz. Hadi tam burada bekliyoruz!


 

Bölüm 1: Çabalama

Bu bölüm, mezar taşında ''çabalama'' yazan Charles Bukowski örneği ile başlıyor.

Bukowski, alkolik, kronik kumarbaz, zorba, cimri ve en kötü günlerinde şair olan bir adamdı.

Ve yazar olmak istiyordu.

Ancak yıllarca hangi dergiye, yayın evine, gazeteye gittiyse hepsi Bukowski'yi reddetti. Yazılarının iğrenç ve korkunç olduğunu söylediler.

O sıralar geçimini sağlamak için postanede mektupları tanzim ediyordu Bukowski. Maaşı ile zar zor geçiniyordu. Zaten kazandığının çoğunu içkiye ve yarışlara yatırıyordu.

30 yıl böyle anlamsız bir hayat süren Bukowski, 50 yaşına geldiğinde küçük, bağımsız bir yayın evinin editörü ona ve tarzına ilgi duydu. Editör, ona bir şans vermeye karar verdi.

Bukowski'nin eline geçen ilk ve tek fırsattı bu. Hatta editöre şöyle yazdı:

''İki şansım var, ya bu postanede kalıp delireceğim… ya da istifa edeceğim, yazarı oynayacağım ve açlıktan öleceğim. Açlıktan ölmeye karar verdim.''

Kontratı imzaladıktan sonra, ''Postane'' isimli ilk romanını 3 haftada yazdı. İthaf bölümüne ise ''kimseye ithaf edilmemiştir'' yazdı.

Sonrasını hepimiz biliyoruz. Yazar ve şair olarak büyük başarılar kazandı Bukowski. Popülerliği herkesin, özellikle de kendisinin beklentilerini aştı.

Hepimiz Bukowski'ninki gibi hikayeler arar ve şöyle deriz:

''Gördün mü, asla vazgeçmemiş. Denemeyi hiç bırakmamış. Kendine inancını hiç yitirmemiş. Tüm tersliklere rağmen inat etmiş ve sonunda muhteşem şeyler başarmış!''

O halde Bukowki'nin mezar taşında ''çabalama'' yazması tuhaf değil mi?

Bukowski tüm ününe ve başarısına rağmen mutlu değildi ve bunu biliyordu. Başarısının kaynağı da kazanmak konusundaki azmi değil, mutsuz biri olduğunu bilmesi, bunu kabul etmesi ve dürüstçe bunun hakkında yazmasıydı.

Asla olduğundan başka biri olmaya uğraşmadı.

Onun çalışmalarındaki deha inanılmaz zorlukları yenmesinde değildi.

Tam tersine tümüyle, çekinmeksizin, kendine karşı, özellikle de kendisinin en kötü yanlarına karşı dürüst olmasında ve başarısızlıklarını bocalamadan, kuşkuya düşmeden paylaşabilmesindeydi.

Ancak bugün içinde yaşadığımız kültüre baktığımızda, takıntılı biçimde gerçek dışı pozitif beklentilere odaklandığını görüyoruz: Daha mutlu ol. Daha sağlıklı ol. En iyisi ol. Daha zeki, zengin, seksi, popüler, üretken ol. Kusursuz ol…

İşte paradoks: Olumluları ne kadar çok takip ederseniz, o kadar olumsuz hissedeceksiniz. Umutsuzca zengin, değerli ya da mutlu olmak isteyenler, sonunda kendilerini daha yoksul, daha değersiz ya da mutsuz hissedeceklerdir. Öte yandan, hayatınızdaki olumsuzlukları ne kadar çok kabul ederseniz, o kadar iyi hissedeceksiniz.

Aslında, çoğumuz olumlu olmakla ilgili o kadar çok mesajla çevriliyiz ki, kötü hissettiğimiz için kendimizi daha da kötü hissetmeye meyilliyiz. Manson buna “cehennemden gelen geri bildirim döngüsü” diyor.

Örneğin sürekli doğru davranmak konusunda o kadar o kadar endişeleniyorsunuz ki, ne kadar endişelendiğiniz konusunda endişe duymaya başlıyorsunuz. Veya yaptığınız her hata nedeniyle o kadar suçluluk duyuyorsunuz ki, bu kadar suçluluk duyduğunuz için suçluluk duymaya başlıyorsunuz.

Bu döngüyü durdurmanın yolu, her şeyi kafaya takmaktan veya mükemmel olmaya çalışmaktan vazgeçmektir.

Bazen üzgün veya motivasyonsuz hissetmek tamamen normaldir. (Duygu Yönetiminde Ustalığın 8 Sırrı rehberinde bunun üzerinde çok konuşmuştuk.)

Geleneksel normları ve diğerlerinin fikirlerini kafaya takmayı bırakın (Haydi, farklı olun!). Acıyı ve sıkıntıyı kafaya takmayı bırakın (Sonuçta zorlukların üstesinden gelmeden kazanamazsınız).

Bunun yerine, gerçekten neyi umursadığınıza karar verin ve her şeyden önce buna odaklanın.

 

İlgili Yazılar:




 

Bölüm 2: Mutluluk Bir Sorundur


Bu bölüme de harika bir hikaye ile başlıyor Manson:

Yaklaşık 2500 yıl önce, bugünkü Nepal'de, Himalayaların eteklerinde muhteşem bir sarayda yaşayan kralın bir oğlu olacakmış.

Kralın bir fikri varmış: Çocuğu kusursuz yetiştirecekmiş. Çocuğu hiçbir zaman ıstırap çekmesin istiyormuş. Her ihtiyacı, arzusu hemen yerine getirilecekmiş.

Bunun üzerine kral, sarayın çevresine yüksek duvarlar ördürmüş ve prensin dış dünyayı görmesini engellemiş. Onu şımartmış, armağanlara ve yiyeceğe boğmuş, çevresini her dileğini anında yerine getirecek hizmetkarlarla donatmış. Ve tam da kralın planladığı gibi, çocuk insan varlığının genel zalimliğini görmeden büyümüş.

Ancak sonsuz lükse ve zenginliğe rağmen prens yine de mutsuz bir genç adam olmuş. Her deneyim boş ve değersiz geliyormuş. Babası ne verirse versin hiçbir zaman yeterli olmuyormuş.

Bir gece geç saatlerde, prens duvarların ardında ne olduğunu görmek için saraydan kaçmış. Bir hizmetkarı onu yakındaki köye götürmüş. Prens gördükleri karşısında adeta dehşete düşmüş.

Hayatında ilk kez insanın ıstırabıyla karşılaşmış. Hastalar, yaşlılar, evsizler, acı çekenler…

Prens saraya döndüğünde kendini varoluş krizinin ortasında bulmuş. Gördüklerini nasıl işleyeceğini bilmediği için her şey hakkında duygusallaşmaya ve yakınmaya başlamış.

Ve onun için yaptığı şeyler için babasını suçlamış. Onu mutsuz eden ve yaşamını anlamsızlaştıran şeyin zenginlik olduğuna karar vermiş ve sarayı terk etmiş.

Tahtından, ailesinden, zenginlikten vazgeçmiş. Sokaklarda dilenerek yaşamaya başlamış.

Aradan birkaç yıl geçtikten sonra prens, bu sefil ve ıstırap dolu yaşamın olması gereken şeye dönüşmediğini fark etmeye başlamış. Ona arzuladığı iç görüyü sağlamamış.

Ve hepimizin zaten bildiği şeyi öğrenmiş: Istırap çekmek berbat bir şeydir. İlla anlamlı olmak zorunda değildir. İnsan zenginse ve amaçsızca ıstırap çekiyorsa bunun bir değeri de yoktur. Ve sonunda prens kendi büyük fikrinin de, tıpkı babasınınki gibi saçma olduğuna karar vermiş.

Kafası karışık prens temizlendikten sonra bir ırmağın yakınında ulu bir ağaç bulmuş. Aklına başka bir büyük fikir gelene kadar o ağacın altında oturmaya karar vermiş .

Efsaneye göre o ağacın altında 49 gün oturmuş.

Prens bu sürede derin farkındalıklara kavuşmuş.

Onlardan biri de şuymuş: Yaşamın kendisi bir ıstırap çekme formudur. Zenginler zenginlikleri nedeniyle, yoksullar yoksullukları nedeniyle ıstırap çekerler. Ailesi olmayanlar ailesi olmadığı için, dünya zevklerinin peşine düşenler bu zevkler nedeniyle…

Yıllar sonra prens kendi felsefesini geliştirmiş ve bunu dünyayla paylaşmış. İlk ve ana öğretisi de şuymuş: Istırap ve kayıp kaçınılmazdır ve onlara karşı koymaya çalışmaktan vazgeçmeliyiz.

Bu prens Buda'dır.

Bir sürü varsayım ve inancın altında şöyle bir önerme vardır: Mutluluk algoritmiktir, kazanılabilir. X'i elde edebilirsem mutlu olurum. Y gibi görünürsem mutlu olurum. Z gibi olursam mutlu olurum…

İşte bu önermenin kendisi bir sorundur. Mutluluk çözülebilir bir denklem değildir.

Tatminsizlik ve huzursuzluk insan doğasına ait özelliklerdir ve göreceğimiz gibi tutarlı bir mutluluğu oluşturmak için gerekli bileşenlerdir.

Gerçek mutluluk, ancak sahip olmaktan ve çözmekten zevk aldığınız sorunları bulduğunuzda ortaya çıkar.


Bölüm 3: Özel Değilsiniz


Kötü haber şu ki, özel değilsiniz, ortalamasınız. Ve kitle iletişim araçlarında gördüğünüz/duyduğunuz harika hikayelerin çoğu, norm değil, aşırı uçlardır.

“Normal” olanla ilgili gerçekçi olmayan beklentilere sahip olmak tehlikelidir: Bu yalnızca kendinizi güvensiz/yetersiz hissetmenize neden olur veya size başarı için yanlış bir hak duygusu verir.

Tüm o ''Herkes olağanüstüdür ve büyüklüğe ulaşabilir'' söylemleri egonuzu şişirmekten başka bir işe yaramaz. Mideye indirirken tadı çok güzel olan bir mesajdır, ama sizi duygusal olarak şişirmekten ve şişmanlatmaktan başka bir işe yaramayan boş kalorilerden ibarettir, kalbinizin ve beyninizin özel hamburgeridir.

Fiziksel sağlığın bileti gibi duygusal sağlığın bileti de sebzeleri yemenize bağlıdır; yani hayatın sıradan, dünyevi gerçeklerini kabul edeceksiniz. Örneğin şöyle gerçekler:

''Büyük resimde sizin eylemleriniz her zaman sizi bir yere götüremez. Hayatınızın büyük bir kısmı sıkılarak geçebilir ve kayda değer bir şey olmayabilir, ama bunda bir sorun yoktur.''

Başta bu sebze diyetinin tadı kötüdür, ama kabul ettikçe düzelir.

Bir kez hazmettikten sonra da, bedeniniz canlanır ve güçlenir. En azından şahane olma, bir sonraki muhteşem şey olma baskısı sırtınızdan kalkar.

Sürekli kendinizi yetersiz hissetme, sürekli kendinizi kanıtlama kaygısı dağılır gider. Vasat varlığınızı kabul ettiğiniz zaman, yargılamalar ve gerçek dışı beklentiler olmadan gerçekten yapmak istediğinizi yapacak özgürlüğe kavuşursunuz.

Yaşamın temel deneyimlerinin tadını daha fazla çıkarmaya başlarsınız: Basit bir dostluğun hazları, bir şey yaratmak, ihtiyacı olan birine yardım etmek, güzel bir kitap okumak, sevdiğiniz biriyle birlikte gülmek…

Kulağa sıkıcı geliyor, değil mi? Çünkü bunlar olağan şeyler. Belki de olağan olmalarının bir nedeni vardır: Çünkü asıl önemli olan bunlardır.


Bölüm 4: Istırap Çekmenin Değeri

Sorunlarımızın ne anlama geldiğini, onlar hakkında nasıl düşünmeyi seçtiğimize, onları ölçmeyi seçtiğimiz standarda bağlı olarak kontrol ederiz.

Sorunlarınızı nasıl gördüğünüzü değiştirmek istiyorsanız, neye değer verdiğinizi ve/veya başarısızlığı/başarıyı nasıl ölçtüğünüzü değiştirmelisiniz.

Enerjilerini yüzeysel zevklere odaklayan insanlar daha endişeli, duygusal olarak daha dengesiz ve daha depresif oluyorlar. Zevk, yaşam memnuniyetinin en yüzeysel biçimidir ve bu nedenle elde edilmesi en kolay ve kaybetmesi en kolay olanıdır.

Kişi temel fiziksel ihtiyaçlarını karşılayabildiğinde, mutluluk ile dünyevi başarı arasındaki ilişki hızla sıfıra yaklaşır.

Öz değerlerini her şeyde haklı olmaya dayandıran insanlar, hatalarından ders alama .

Olumsuz duyguları reddetmek, daha derin ve daha uzun süreli olumsuz duyguların yaşanmasına ve duygusal işlev bozukluğuna yol açar.

Sürekli pozitif olmak, hayatın sorunları için geçerli bir çözüm değil, bir inkar biçimidir. (Toksik pozitiflik sizi esir almış olabilir mi?)

Doğru değerleri ve ölçütleri seçerseniz, bu sorunlar size zindelik, kuvvet ve şevk verebilir.

Bölüm 5: Seçim Sizindir

Birisi kafanıza silah dayayarak 42 kilometreyi 5 saatten az bir sürede koşmanızı, yoksa sizi ve tüm ailenizi öldüreceğini söylese. Feci bir durum.

Şimdi güzel ayakkabılar ve koşu takımları aldığınızı, ibadet eder gibi aylarca idman yaptığınızı ve bitiş çizgisinde tüm arkadaşlarınız ve aileniz size tezahürat yaparken ilk maratonunuzu koştuğunuzu düşünün. Hayatınızın en gururlu anlarından biri olur.

Aynı 42 kilometre. Koşan aynı kişi. Aynı bacaklar, aynı acı. Ama yapmayı özgürce seçer ve hazırlanırsanız, hayatınızda önemli bir mihenk taşı ve mutlu bir an yaratırsınız. Siz istemeden biri sizi zorlarsa, hayatınızın en korku veren ve ıstırap verici denetimlerinden biri olur.

Bir problemin ıstırap verici ya da güçlü olması arasındaki tek fark sıklıkla onu seçmemizdir, ondan sorumlu olmamızdır.

İçinde bulunduğunuz durumda mutsuzsanız, muhtemelen probleminizin bir kısmını kontrolünüz dışında hissetmektesiniz, yani ortada çözemeyeceğiniz bir sorun var, sizin seçiminiz olmadan omuzlarınıza binmiş bir sorun.

Sorunlarımızı seçtiğimizi hissettiğimizde, güçlenmiş hissederiz. Sorunlar biz istemeden üzerimize çöreklenince kendimizi kurban durumunda ve mutsuz hissederiz.

Yaşamlarımızda sorumluluk almayı ne kadar çok seçersek, yaşamlarımız üzerinde o kadar fazla gücümüz olacak. Sorunlarımızın sorumluluğunu kabul etmek, onları çözmenin ilk adımıdır.



Bölüm 6: Her Konuda Yanılabilirsiniz. (Bu hepimiz için geçerli)


Büyüme sonsuz yinelemeli bir süreçtir. Yeni bir şey öğrendiğimizde “yanlış”tan “doğru”ya gitmeyiz. Yanlıştan biraz daha az yanlışa gideriz. Bir şey daha öğrenince, daha az yanlıştan biraz daha az yanlışa ve yine öğrenince biraz daha az yanlışa… Bu böyle devam eder.

Sürekli hakikate ve kusursuzluğa yaklaşma eylemi içindeyiz, ama asla hakikate ve kusursuzluğa yaklaşamayız.

Kesinlik için çabalamak yerine, sürekli bir şüphe arayışı içinde olmalıyız: Kendi inançlarımızdan şüphe etmeliyiz, kendi duygularımızdan şüphe etmeliyiz, oraya çıkıp kendimiz için yaratmadıkça geleceğin bizim için neler sunabileceğinden şüphe etmeliyiz. Her zaman haklı olmak yerine, her zaman nasıl yanıldığımızın farkında olmalıyız.

Çoğu insan hayatları hakkında ''doğru'' olmaya o kadar kafaya takmışlardır ki, aslında onu hiç yaşamazlar.

Herhangi bir gerçek değişim veya büyümenin gerçekleşmesi için yanlış olmaya açık olmak gerekir.

Hayatınızda biraz daha belirsizlik yaratmanıza yardımcı olacak sorular:

1. Ya yanılıyorsam?

2. Yanılıyorsam bu ne anlama gelir?

3. Yanılmak hem kendim hem de başkaları açısından hali hazırdaki sorunumdan daha mı iyi, daha mı kötü bir sorun yaratır?

Bölüm 7: Başarısızlık İlerlemektir

Herhangi bir şeyde gelişme, binlerce küçük başarısızlığa dayanır ve başarınızın büyüklüğü, bir şeyde kaç kez başarısız olduğunuza bağlıdır.

Birisi bir konuda sizden daha iyiyse, bu muhtemelen o işte sizden daha fazla başarısız olduğu içindir. Biri sizden daha kötüyse, bunun nedeni muhtemelen onun sizin yaşadığınız tüm acı verici öğrenme deneyimlerini yaşamamış olmasındandır.

Bir noktada, çoğumuz başarısız olmaktan korktuğumuz, içgüdüsel olarak başarısızlıktan kaçındığımız ve yalnızca önümüze konanlara ya da yalnızca zaten iyi olduğumuz şeylere bağlı kaldığımız bir noktada yaşarız.

Perspektifteki en radikal değişikliklerimiz genellikle en kötü anlarımızın sonunda olur. Sadece yoğun bir acı hissettiğimizde değerlerimize bakmaya ve neden bizi yüzüstü bıraktıklarını sorgulamaya istekli oluruz.

Seçtiğiniz acıyı sürdürmeyi öğrenin. Yeni bir değer seçtiğinizde, hayatınıza yeni bir acı biçimi eklemeyi seçmiş olursunuz. Tadını çıkarın. Kollarınızı açarak hoşgeldin deyin.

Hayatınızda önemli bir değişiklik yapacak motivasyonunuz yoksa, bir şey yapın — gerçekten herhangi bir şey — ve sonra kendinizi motive etmeye başlamanın bir yolu olarak bu eyleme verilen tepkiden yararlanın.


 

İlgili Yazılar:



 

Bölüm 8: Hayır Demenin Önemi


Pozitif/tüketici olma kültürümüzün bir uzantısı olarak, çoğumuzun mümkün olabildiğince kabullenici ve olumlayıcı olmamız inancıyla ''beyni yıkanmıştır''. Bu sözde pozitif düşünce kitaplarının da mihenk taşıdır: Kendinizi fırsatlara açın, kabullenici olun, herkese ve her şeye evet deyin…

Bir şeyleri reddetmeye ihtiyacımız var. Yoksa hiçbir dayanağımız kalmaz. Bir şey başka bir şeyden daha iyi ya da arzulanabilir olmazsa, demek ki bizler de bomboşuz ve hayatlarımız anlamsız. Hiçbir değer yargımız yok ve hayatlarımızı bir amacımız olmadan yaşıyoruz.

Geri çevirmekten kaçınmak bizlere çoğunlukla kendimizi daha iyi hissedeceğimiz bir yol olarak satılır. Reddetmekten kaçınmak kısa vadede hazlar verse de, uzun vadede bizleri rotasız ve dümensiz bırakır.

Bir şeyi gerçekten takdir edebilmek için onun için uğraşmalısınız. Ve alternatifleri geri çevirmeden kendinize bu onlarca yıl sürecek yatırımı yapamazsınız.

Bölüm 9: Ve Ölürsünüz…

Ölüm bizi korkutur. Bizi korkuttuğu için de onu düşünmekten, hakkında konuşmaktan ve hatta bir yakınımız ölse bile, varlığını kabul etmekten kaçınırız.

Yine de, tuhaf, tersine bir yoldan, hayatın tüm anlamının gölgesinin ölçüldüğü ışık ölümdür. Ölüm olmasa, her şey sonuçsuz, tüm deneyim keyfi, tüm ölçütler ve değerler aniden sıfır olur.

Kendi ölümlülüğümüzün gerçekliğiyle yüzleşmek önemlidir çünkü hayattaki tüm berbat, kırılgan, yüzeysel değerleri yok eder.

Ölümle barışık olmanın tek yolu, kendinizi olduğunuzdan daha büyük bir şey gibi görmeniz ve anlamanızdır; kendinize hizmet etmenin ötesine uzanan değerler seçmeniz gerekir; çevrenizdeki kaotik dünyaya toleranslı, basit, her an geçerli ve kontrol edilebilir değerler. Tüm mutlulukların temel kökü budur.

Zaten büyüksünüz çünkü sonsuz bir karmaşanın ve kesin bir ölümün karşısında neyi kafaya takıp neyi takmayacağınızı seçmeye devam ediyorsunuz.

Sadece bu gerçek, hayatta kendi değerlerinizi seçiyor olmanız sizi zaten güzel, başarılı ve sevilen biri yapıyor. Farkında olmasanız da.

Bukowskiyle başladığım özeti Bukowski ile bitiriyorum:

''Hepimiz öleceğiz, hepimiz. Amma sirk! Sadece bu bile birbirimizi sevmemizi sağlamalı, ama sağlamıyor. Hayatın önemsiz meseleleri bizi eziyor, korkutuyor; bir hiç bizi yiyip bitiriyor''

***

Birkaç Küçük Ekleme

- Eğer henüz Haddini Aş Bülten üyesi değilseniz ve benzer içeriklerden ilham almak isterseniz; buradan bülten ailemize katılıp, aynı zamanda ücretsiz E Rehberlerimizi indirebilirsiniz.


- Eğer;

  • İş yaşamınızda sıkışmış ve mutsuz hissediyorsanız;

  • Kendi işinizi kurma hayaliniz varsa;

  • Kariyerinizdeki bir sonraki adım konusunda netliğe ihtiyacınız varsa;

  • Ne iş yaparsanız daha başarılı ve mutlu hissedeceğinizi henüz bulamadıysanız;

Mentor olarak da yolculuğunuza eşlik etmeye hazırız.


2.570 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2_Post
bottom of page